Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Hukukta kalite tartışılıyor. Tartışanlardan biri de, Taha Akyol.
Bu konuyu ele aldığı için eline sağlık diyeceğim.
Kısa yazmak, uzatmamak için eğitimden örnekler vereceğim, o kadar...
Yıllar önce İstanbul ve Ankara Hukuk Fakülteleri varken bugün ortalama her ilde, 2 üniversitemiz var ve bunların çoğunda hukuk fakülteleri de mevcut. Lise kadar çok. Üstelik o zaman 2 fakülteye mevcut hocalar yeterken, bugün yetmiyor.
***
Ben Ankara Hukuk Fakültesi’ni bilmem ama mezunu olduğum İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bilirim.
Mesela, burada 5 dersin 3’ünden iyi almak şarttı.
Sonra aynı dersin sınavı, hem yazılı hem sözlü yapılırdı. Sözlüden kalanın yazılısı da yanardı.
***
Ali Fuat Başgil, Sıddık Sami Onar, Ferit Hakkı Saymen, Hüseyin Nail Kubalı, Sulhi Dönmezer, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Tarık Zafer Tunaya, İlhan Postacıoğlu, Halit Kemal Elbir gibi aralarında pek çok ordinaryüs profesör olan hocalarımız da vardı.
Mesela birinci sınıfta geniş kürsüde ordinaryüs profesör hocanın sağında ve solunda diğer hocalardan yer kalmaz, bazı asistanlar, öğrencilerin arasında otururdu.
***
Sınıflarda yoklama, vize sınavları yapılırdı.
Pratik dersler ve onların sınavları da vardı. Ders dinlemeyen sınıftan atılırdı.
Böyle olduğu halde hiç unutmam, Sıddık Sami Hoca’dan sözlü sınava 3 öğrenci girebilmişti. Biri sınavda siyah gözlüğünü çıkarmadan hocanın karşısına geçip oturduğu için affedilmemişti, o sınavda kalmıştı.
Yani, hakim ve avukat olacaklar için eğitim bu kadar sıkıydı.
***
5-6 yıl önce İstanbul’da avukat sayısı 14 bin iken bugün İstanbul’da avukat sayısı 33 bine çıktı.
Hukukçu sayısı hızla artarken, kalitede düşme var mı yok mu siz karar verin.
***
Hukukta kalite yükselişi aranıyorsa, her şeyden önce hukuk fakülteleri ele alınmalıdır.

40 YILDIR
Trafik felaketi

Milliyet, ta 1976’da trafik canavarına ilk savaşını açmıştı. Amaç halkı bilinçlendirmek, yöneticileri uyarmaktı. Etkili tedbirlerin alınmasına örnek olmaktı.
Bu kampanya “trafik anarşistleri” başlığıyla aylarca sürdü. Her gün saptanan trafik kuralı ihlalleri resimlerle verildi, kazalar teferruatlı anlatıldı. “Trafik dramı” diye bir cetvelle günlük ve aylık can kaybı sayısı duyuruldu. İleri ülkelerin trafik sorununu nasıl çözdüğü açıklandı. Dikkatleri bu konuya çekme amacına bir noktaya kadar ulaşıldı.
O günden bugüne neredeyse 40 yıl geçti.
Ama bugün gelinen nokta hiç de iç açıcı değil.
Geçen süre içinde üstün vasıflı yollar çoğaldı, araç teknolojisi gelişti, ama bizde trafik can almaya hızlanarak devam etti ve ediyor. Bayramdaki ölü ve yaralı sayısı da bunu göstermiyor mu?
***
Yalnız 1992 yılında trafik kazalarında ölenlerin sayısı 6 bine varmış, yaralananlarsa 92 bin 416.
1993’te ise trafik kazalarında ölü sayısı 8 binden fazla, yaralı sayısı ise yine 90 bini aşıyor.
Bu acı tabloda Türkiye’de 5 bin 128 kişiye ancak bir trafik memurunun düşmesinin payı yok mu?
Oysa ehliyet alanlar her geçen gün artıyor.
Ehliyet sınavı sırasında saptandığı varsayılan bilgi ve yeteneğe rağmen, yüksek trafik kazası oranı sürücünün bu kazalardaki sorumluluğu nasıl açıklanabilir?
Acaba sınav mı ölçü olmakta yetersiz? Yoksa sürücüde saptanan eğitim, bilgi ve yetenek mi Türkiye’nin yol, taşıt ve nüfus koşullarına uymuyor?
***
Bu konuda mesafe alan Fransa, Avusturya, ABD gibi ülkelere bakıyoruz.
Trafik kurallarının ihlali halinde trafik memuru ve mahkeme müsamahalı davranmıyor. Hız sınırlarının ihlali, kırmızı ışıkta geçme, alkollü araç kullanma gibi durumlarda sürücünün gözünün yaşına bakılmıyor.
Para cezası, hapis cezası, ehliyetin süreli ve süresiz iptali gibi müeyyideler uygulanıyor.
Kurallara uyulmasını sağlamanın yolu ise bugün için Türkiye’de ağır sayılacak ceza ve o cezanın mutlaka uygulanmasından geçiyor.

76 MİLYON
Hepimiz biriz

“Azınlık” lafını hukukumuzdan, anlaşmalardan ve söylemimizden çıkartalım.
Bu kelime artık batıcı geliyor. Rum, Ermeni, Yahudi ama Türkiye’de doğmuş, büyümüş, sizin, benim komşum, arkadaşım. Öyleyse neden farklı sayılsınlar, “azınlık” olsunlar?
Dinleri başka diye mi? Aramızda dinsizler, başka başka mezheplerden olanlar yok mu?
Var.
Ve onların hepsi Türk ve kardeşimiz.
Öyleyse Türkiye vatandaşı olan Rum asıllıya, Ermeni asıllıya, Yahudi asıllıya “azınlık” demeyelim. Ve onları da istedikleri her işe kabul edelim. Asker ve polis bile olmalarına imkân tanıyalım. Doğru olmaz mı?