Yazarlar Doğru söze ne denir?

Doğru söze ne denir?

27.12.1996 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ali Sirmen

Doğru söze ne denir

Çarşamba günkü Milliyet'in bu sayfasında, arkadaşımız Nilüfer Kuyaş'ın Yves Deloye ile son derecede ilginç bir konuşması yayınlandı.
Nasıl ki, arife tarif gereksizse, okurlarımızın yakından tanıdığı Nilüfer Kuyaş'ı da bir kez daha tanıtmak gereksiz. Ama Deloye üzerinde biraz duralım.
Sorbonne mezunu olan ve Siyasal Bilimler Enstitüsü'nde öğretim üyeliği yapan Deloye iki haftadır Türkiye'de Marmara Üniversitesi'nde konferanslar vermekteydi. Deloye Okul ve Yurttaşlık (l'Ecole et La Citoyenete) adlı yapıtında, okulun cumhuriyetin temel öğesi olduğunu da vurguluyor. Milliyet ile yaptığı söyleşide de, Proudhon'a atıfta bulunarak, demokrasi aynı zamanda, demo - pedi, yani halkın yönetimi halkın eğitimi demektir diyor.
Konuşma birçok bakımdan ilginç. Deloye, Türkiye'deki laiklik kavramı ile Fransa'dakinin benzerliğini vurgulayıp, Türkiye'nin bu alanda elde ettiği başarılara dikkati çekiyor, ama ardından da, çok ilginç bir saptama yapıyor ve "Ben Türkiye'de laikliğin tamamlanmadığı kanısındayım" diyor.
Yves Deloye, Türkiye'de laikliğe karşı tehlikenin gittikçe büyüdüğünü işaret ettikten sonra, bu tehlikenin gelişmesini, devletin kendini dinden tamamen sıyırmaktan korkmasına bağlıyor. Devletin kendini dinden sıyırması vatandaşın dinsizleşmesi anlamını taşımıyor. Burada vurgulanmak istenen, devletin kendi düzenini sürdürmek, demokrasiyi yaşatmak için sivil demokratik kamu ahlakına güvenememesi ve toplumu kontrol için din öğesini kullanmasıdır.
Doğrusu ya Fransız bilimadamı, sistemimizdeki bozukluğu uzaktan da olsa çok iyi saptamış. Türkiye'de özellikle, çok partili rejime geçtikten sonra, politikacılar ve devlet, toplumu din ile kontrol altında tutmaya çalışmışlar, sonuç olarak da, bu işte en ileri gidenler, yani dini siyasete en fazla alet edenler, her şeyi denetimleri altına almaya başlamışlardır.
Burada bir yanılgıya düşmekten özenle kaçınmalıyız. Sözünü ettiğimiz hatanın sorumlusu RP ya da onun kurucularının önceden oluşturdukları öbür partiler değil, bizzat, sistemin içinde, laiklikten yana olduğunu savunanlardır.
Halka seslenmek için din öğesini kullanma kurnazlığına sapanlardır bugünü hazırlayanlar, yoksa laiklikğin karşısında olduğunu açıkça söyleyenler değil. İkinciler, birincilerin açtığı yoldan amaçlarına daha kolay yürüme olanağını buldukları için, onlara ancak teşekkür borçlu olmak durumundadırlar.
Olaya bu açıdan bakınca, sözü edilen yolu açan DP'nin başı Adnan Menderes ile ona seyirci kalan ya da işin görünürdeki karlılığına kapılıp, sessizliği yeğeleyen Celal Bayar ve onlardan sonra gelen Süleyman Demirel, laikliğin tehlikede olduğunu ileri sürerek, iktidarı alan Kenan Evren, ardından gelenler, Turgut Özal, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller'in birbirlerinden hiçbir farkları yoktur.
Eğer Necmettin Erbakan biraz kadirşinas ise, bunların hepsine medyunu şükran olmalıdır.
Fransız bilim adamı, cumhuriyetin kendisi ve tüm kurumları gibi, laiklik açısından da en önemli kurumun okul olduğunu söylüyordu. Şimdi yukarıda adlarını verdiğim politikacıların, laikliğin tek güvencesi olan okulu ve onun dayanağı Milli Eğitim'i ne hale getirdiklerine de bakarsanız tablo tamamlanır.
Evet, Deloye Türkiye'de laikliğin tamamlanmadığını, bunun sorumlusunun da yöneticiler olduğunu ileri sürüyor.
Eh doğru söze ne denir ki?