Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

MEHMET DÜLGER (22. dönem Antalya Milletvekili)

1940 yılında İstanbul’da doğan Mehmet Dülger Cenevre Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden sonra, Paris Şehircilik Enstitüsü Şehircilik İhtisası yaptı. DPT Uzmanlığı, Müsteşarlık Müşavirliği, Başbakanlık Başmüşavirliği, Tercüman Gazetesi Genel Müdürlüğü, Galatasaray Eğitim Vakfı Mütevelli Heyeti Üyeliği, SIA (İsviçre Mimar ve Mühendisler Odası) Üyeliği, TURKAB Kuruculuğu, Büyük Türkiye Partisi ve Doğru Yol Partisi Kurucu Üyeliği, 22. Dönem Antalya Milletvekilliği ile TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanlığı yapmıştır. Evli ve 1 çocuk babasıdır.

Haberin Devamı

Yarım yüzyılı arkasında bırakan, etkileri bugüne kadar devam eden ve siyasî istismarın ortasında yer alan 27 Mayıs, hakkında ayrıntılı olarak hâlâ fazla bir şey bilinmeyen ve sistematik olarak hâlâ araştırılmamış, - bana kalırsa da- bir şeyler bilinmesi ve derinden araştırılması pek de istenmeyen bir askerî müdahalenin adıdır.

Müdahalenin hemen akabinde çıkarılan “Tedbirler Kanunu” ile darbenin mağduru Demokrat Parti (DP) hakkında, olumlu izlenim bırakabilecek hiçbir konudan bahsedilmemesi, 27 Mayıs sorumlularını sorgulayacak hiçbir konunun dile getirilmemesi, söz konusu bu kurallara riayet edilmemesi halinde faillerin 5 yılı bulacak “ağır hapse” mahkum edilecekleri öngörülmüştü. Bu sebeple, aradan nisbî olarak hayli zaman geçtikten sonra, tek tük baş veren yüzeysel birkaç ifade, çalışma vb. dışında, 27 Mayıs hakkında, sıcağı sıcağına gerçekleri ortaya çıkarmak, derin tartışmalara girişebilmek mümkün olmadı. Kaldı ki, ülkede hüküm süren siyasî hava, bütün istikrarsızlığına rağmen, sadece bu konuda, sıkı duruyordu. Askerî vesayet, 27 Mayıs ve sonrasının dile getirilmesini ve tartışılmasını her türlü vesile ile engelliyor ve mukabilinde, yeni bir darbenin tekrarına kadar varabilecek tehditler ileri sürmekten geri kalmıyordu.

‘27 Mayıs’ın bilinmeyenleri-1

İlk ABD tanıdı

27 Mayıs 1960’ta, Türk Ordusu içinde, sınırlı bir ihtilalciler gurubunun ki, buna “cunta” deniyordu bir zümre taassubunun esiri olarak, bünyesine “Evet Efendimci” bazı sivil unsurları da katmak suretiyle yaptıkları hükümet darbesi, NATO’nun desteklediği bir tasarruf oldu. 1952’de NATO üyesi olan Türkiye, ittifakın bünyesi içinde, kendisini, hep, eşit haklara sahip bir ortak olarak telakki etmiş, NATO ilkelerini samimiyetle benimsemiş, kendisine düşen görevleri fedakârlıkla yerine getirmiş, bu görevlerin gerektirdiği güç ve imkânlara sahip olabilmek için de var gücüyle gayret göstermişti. Jeo-stratejik konumu, silahlı kuvvetlerinin müessiriyeti, köklü devlet geleneği ve çevre bölgeler üzerindeki ağırlığı itibariyle İttifak’ı güçlendiren ve bu yüzden, önemli bir yere sahip olması gereken Türkiye’nin, maalesef, aleyhte hesapların konusu olduğu gözlendi.

Haberin Devamı

27 Mayıs 1960 sabahının ilk radyo bildirisinde, darbenin güçlü sesinin, Türk milletine, “hareketin NATO’ya, CENTO’ya bağlı olduğunu” ilân ettiğine şahit olduk. Akabinde, Amerika Birleşik Devletleri askeri darbeyi tanıyan ilk devlet oldu. Bu, ülke içinde, 1957 Genel Seçimleri’nden sonra yaratılan ve dozu git gide artan, çatışmacı, bağnaz, barışmaz tek taraflı görüşlerin mahsulü gerginliklerin ötesinde, o günlerde, varlığı pek de sezdirilmeyen, ama doğurduğu sonuçları son derece önemli olan bir duruşun ifadesi idi. Bir yurtiçi ve yurtdışı ittifakın işbirliğini gösteriyordu.

Haberin Devamı

Demokrasiye darbe

14 Mayıs 1950 Genel Seçimlerinde, Türk milleti, kendi iradesi ile, sükunet içinde, bir iktidar değişimini sağladı. Artık, Türkiye gerçek demokrasi yolunda ilk adımını atmış oluyordu. Beklenen, bir demokrasi anlayışı çerçevesinde, iktidar ve muhalefet kurumlarının oluşmasına, sabırla herkesin yardımcı olması idi. 27 Mayıs 1960’a kadar geçen 10 yıl içinde, maalesef bu hedefe ulaşılamadı. Kabaran arzular, sabırsızlıklar, tahammülsüzlükler, genç Türk demokrasisinin kök salmasını engelledi. Belirli sonuçlara ulaşma uğruna, birtakım çevreler bazı ümitler beslediler ve ne olabileceğini etraflı düşünmeden, ciddi girişimlerde bulundular. Ülkeye hayır getirmediği sonradan ortaya çıkan bu teşebbüslerin en önemli sonucu, Türk milletinin elinden, hür iradesi ile seçtiği ve görevlendirdiği bir siyasi iktidarın, onun rızası alınmadan alaşağı edilmesi ve bu suretle, demokrasinin, milli iradenin ciddi şekilde zarar görmüş olmasıdır. Buna ilaveten, 27 Mayıs darbesi sonucunda:

Türk Silahlı Kuvvetleri zaafa uğratıldı: Ordu ile millet karşı karşıya getirilmeye çalışıldı; Türk milletinin sağduyusu ile bu tehdit aşıldı. Org. Rüştü Erdelhun (Genelkurmay Başkanı), Org. Tekin Arıburun (Hava Kuvvetleri Komutanı), Oramiral Sadık Altıncan (Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı), Org. Suat Kuyaş (2. Ordu Komutanı), Org. Nazmi Ataç (sırası ile 3. ve 1. Ordu Komutanı), Org Nurettin Aknoz… cuntacılar tarafından tutuklanan komutanlar arasındaydı. Astları tarafından rütbeleri sökülüp hakarete uğradılar. Daha sonra da rütbeleri ‘er’ statüsüne indirildi. Muhtelif rütbelerdeki 7.000 subay emekliye sevk edildi ve emekli tazminatının tutarı olan miktar ABD’den hibe olarak alındı. 235 general ve 5.000 subayın kurduğu Emekli İnkılap Subayları Derneği (Eminsu Derneği) uzun yıllar boyu, ellerinden alınan haklarının iadesi için uğraştılar, ama başarılı olamadılar.

“Halkın demokrasisi”, “askeri vesayet demokrasisine” dönüştü: Sivil siyasete denge ayarı verme iddiaları, halkın demokrasisine son verip askeri vesayet demokrasisini kurumlaştırdı. 27 Mayıs 1960’ı izleyen 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 darbeleri ile, Nisan 2007 muhtırası, bu kurumlaşmanın kanıtlarıdır. Türkiye, yarım yüzyıl boyunca, silahların gölgesinde ‘demokrasicilik oyunu’ oynamak zorunda bırakılmıştır. Bir ölçüde, Türk Silahlı Kuvvetleri de bunun bedelini ödemiştir : Türkiye’nin dış savunması ile görevli olan bu kurum, bütün gücünü ve enerjisini iç siyasete ayıran bir kurum haline gelmiş, Genelkurmay Başkanlığı makamı, adeta bir parti merkezi gibi çalışmıştır.

Üniversite zaafa uğratıldı: Bilim ve üniversite sindirildi. 147 öğretim üyesi, tek bir kararla üniversitelerden emekli edildi. Üniversiteyi derinden etkileyen ve büyük bir zaafa uğratan bu karar, pek çok kıymetli bilim adamının küsmesine, bir kısmının yurt dışına gitmesine ve sonuç olarak, yükseköğretimin yıllarca kendisini toplayamamasına sebep oldu.

Bilim haysiyeti yerle bir edildi: Hiçbir hazırlıkları olmadan darbe hareketine girişenlerin daveti ve “Bir iştir oldu. Haydi, buna bir hukukî kılıf bulun” talimatına uyan ve adeta bir fetva makamı olarak görev yapan ünlü hukuk hocalarının, darbeyi meşru ilân eden beyanları bir yana, oluşturdukları ve çeşitli önyargılarının izlerini taşıyan bir komisyon,1924 Atatürk Anayasası’nı yok saydı ve “Yeni Anayasa”nın çerçevesini hazırladı. Türkiye tabiî gelişme ahenginden ve Atatürk’ün çizdiği tedrici olgunlaşma çizgisinden koparıldı. Bilim konusunda zihinler bulandı. Kavram kargaşası tohumları ekildi.

Türkiye’nin adalet mekanizması derinden yaralandı: Kurulacak ihtilal mahkemesinin başına getirilmesi düşünülen, zamanın Yargıtay Başkanı Recai Seçkin, darbenin tasarruflarını istenilen hukukî zarfa koyamayacağını ifade etti ve büyük bir vakarla görevinden istifa ederek emekliliğini istedi. Kurulan Yassıada Mahkemeleri’nin başkanlığına, idari bir tasarruftan dolayı Adnan Menderes’e husumet besleyen Salim Başol, mahkeme başsavcılığına ise, ahlaki zaaflarından dolayı Balıkesir’den koyduğu adaylığı DP tarafından kabul edilmeyen Ömer Altay Egesel getirildi. Bu iki kişi, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!” diyerek cuntanın bütün istediklerini tereddüt göstermeden mahkemede yerine getirdi. Alay eder gibi “Yüksek Adalet Divanı” adı verilen bu vicdansız ve merhametsizler topluluğunun serencamını, ciltler dolduracak bu büyük trajediyi hukuk tarihi mutlaka yazacaktır. Böylelikle, adalet mekanizmasında, tezahürleri günümüzde de görülen olumsuz bir çığır açıldı.

Zıtlaştırma ve bölme komplolarına zemin hazırlandı: Devlette ordu ile milleti, siyasette DP ile CHP’yi zıtlaştırarak toplumu bölme gayretleri gündeme sokuldu. DP ve Adnan Menderes, sert muhalefet ve darbe yolu ile ülkenin bölünmeye çalışıldığının farkında idi. Şevket Süreyya Aydemir, o dönemde, DP yanlısı Havadis ve Zafer gazetelerinin tirajının 70 bin, muhalefet yayınlarının tirajının ise 1.5 milyon olduğunu yazıyor. Adnan Menderes, idamı sırasında “Hiç kimseye kırgın değilim!” diyerek büyük devlet adamlığını göstermiş, söz konusu gayretlere set çekmeye çalışmıştır. Siyasî hayatımızdaki çok büyük çalkantılara rağmen, toplumumuzun büyük bir çoğunluğu, toplumda bölünme teşebbüslerine itibar etmemekte ve “Menderes Barışı”nı hâlâ sürdürmektedir. Diğer yandan, 27 Mayıs Darbesi’nin, ülkede, zıtlaştırma ve bölme senaryolarının oynanması için verimli bir zemin hazırladığı inkâr edilemeyecek tarihî bir gerçektir. Sağ-sol çekişmeleri bu ortamda sahnelenmiştir.

DEVAMI YARIN