Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Milli Mücadele yıllarında Darülfünun’un yine öğrencileridir başı çeken; bir araya gelerek Sivas Kongresi’ne delege gönderme kararı alırlar. Tıbbiye mektebinden Hikmet (Savaştepe) ve Yusuf (Balkan) delege seçilir, fakat yol paraları yoktur, herkes cebindeki parayı çıkartıp ortaya koyar, ancak bir kişiye yetecek kadar para sağlanabilmiştir ve Yusuf (Balkan) hakkından feragat eder. Ancak bu kez de temsil yetkisi gerekmektedir ve bu belgeyi hiçbir yerden temin edememişlerdir.

Tıp Talebe Cemiyeti Başkanı olan dördüncü sınıf öğrencisi Ahmet Kemal, bütün tıp talebelerinin temsilcisi olduklarını belirten bir belge yazar, imzalar, mühürler. Hikmet (Savaştepe) Sivas’a uğurlanır.

Haberin Devamı

Kendisine ters düştü

İstanbul delegeleri arasında yer alan henüz 18 yaşındaki Tıbbiye öğrencisi Hikmet kongrede manda konusu konuşulurken bizzat Mustafa Kemal’e şu tarihi sözleri söyler: “Delegeleri bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem, farzı mahal manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddederiz. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcı değil vatan batırıcı kabul ederiz ve telin ederiz.”

Bu sözlerle heyecanlanan Mustafa Kemal şu cevabı verdi: “Evlat müsterih ol. Bu gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Parolamız tektir: Ya istiklâl ya ölüm!..”

Öğrencisi her daim bir adım önde yürümüştür. Ve benim öğrencilerim paradokslarını kendileri yaratmışlardır.

Benim üniversitem yani bölünmek istenen İstanbul Üniversitesi 1930’lu yıllarda Madame Curie’nin Nobel ödülü verecek beş üniversite jürisi içinde yer almıştır.

Bu günde her şeye rağmen bütün olanaksızlıklara rağmen bünyesinden iki Nobel ödüllü bilim adamı çıkarmıştır. Benim bölünmek istenen üniversitem son günlerde de suskun olmasına karşın Atatürk ilke ve inkılâplarının halen kalesidir benim üniversitem.

Bir adım önde yürüdü

Kimi zaman da toplumsal çıkışlara lider olmuştur İstanbul Üniversitesi; 1960 ihtilalinde yine kendisinden bir adım önde yürümüş öğrencileriyle öncü bir rol oynaması gibi... Ancak kimi zaman da suskun kalmıştır benim üniversitem; 1971’de olduğu gibi... Ve 1980 dönemini o yıllarda hararetle destekleyen üniversitem, aradan geçen yıllardan sonra daha eleştirel bir gözle bakmaya başlamıştır bu döneme ve aynı öğretim üyelerince aynı hararetle bu kez eleştirilmiştir aynı dönem... Son yıllardaki gerici hareketlere karşı da kendi içindeki bazı farklı bakış açılarına rağmen Atatürk ilke ve inkılâplarının taviz vermeyen bir kalesi olmak durumundadır.

Haberin Devamı

Bu günlerde üniversitemin üzerinden yeni hesaplar yapıldığı görülüyor. Üniversitemin ikiye bölünmesi ve isminin başına İbni-Sina konması gibi. Bu bölünme olayı yıllar önce de 12 Eylül sonrası oluşan YÖK ile de gündeme gelmiştir. O günkü kurallara göre bir üniversite de aynı adı taşıyan fakülte olamaz ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin yeni kurulmakta olan Marmara Üniversitesi’ne bağlanması önerildi. Zamanın Rektörü Cem’i Demiroğlu bu teklife şiddetle karşı çıktı. O günlerde İstanbul’da yapılmakta olan Balkan Tıp Fakülteleri kongresinde durum YÖK Başkanı Prof. İhsan Doğramacı ile görüşüldü. R. İhsan Doğramacı şöyle bir formül buldu. Benim de mezun olduğum İstanbul Üniversitesi Türkiye’nin üniversitelerinin anasıdır, ve ilave etti: Amiral gemisidir. Onun bu ayrıcalığı yüzyıllardır gelen geçmişindendir. Ve bu konu kapandı.

Haberin Devamı

Toplumumuz ve onun uzantısı olan üniversitelerimiz de siyasal ve sosyal anlamda değişiklikler içerisindedir. Üniversitede öğretim üyeleri cübbe giyerler. Korkarım, bizler tarafından giyilen bu cübbelerin anlamını bazıları pek bilmiyorlar (giyenlerin bir kısmı da dahil).

Dünyada 3 görev vardır, cübbe giymeyi gerektiren.

1) Yargıçlık
2) Din adamlığı
3) Üniversite hocalığı

Cübbenin bu üç uğraşla sınırla olmasının ortak noktası temsil ettikleri vicdanı sorumluluktur. Bu sorumluluğu taşıyan biz öğretim üyeleri bize dayatılan oldubittilere karşı dik durmamız gerekir ve öyle olmalıdır.

-BİTTİ-