Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Çarpıcı tekil doğrular kahredici çoğul yanlışlar
Bilimsel düşünüş merakla, kuşkuyla başlar ve sürer. Descartes çıkaramamış bir toplumda aşağıda yansıtılan kimi yanlışların yapılması doğaldır diyemeyiz. Çünkü bunları yapanlar, rastgele insanlar değildir. Okur yazar, bilgisinden kuşkulanması gereken insanlardır.

Bu açıdan durum üzücüdür ve uyarıcıdır; öğretim dizgemizi gözden geçirmemizi zorlamaktadır.

Birinci örnek şudur: Siyasetçiler, yazarlar, sık sık “Rahmetli İsmet İnönü’nün dediği gibi” diye başlar ve “Bir memlekette namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça o memlekette kurtuluş yoktur” diyerek sözlerini bitirirler.

Haberin Devamı

Ne yazık ki, düşünmeden benimsenen bu söz, seçkinlerin gözünde bile bir özdeyiştir. Çok çarpıcı ve etkileyici olduğundan da sık sık yinelenir durur.

Oysa hukukun üstünlüğü ilkesini yaşama geçiren bir düzende yolsuzluklarla savaşma görevi savcının, yansız yargınındır; asla kişilerin değil. Suçlarla savaşımda kişilerin yardımına gereksinen bir devlet ise, egemen değil, yetersiz bir devlettir; devlet olamamış bir yapıdır.

İnönü gibi yaşamı boyunca kurallara uymuş deneyimli bir devlet insanının ağzından bu sözler elbette çıkamazdı, çıkmamıştır da.

Olayın aslı şudur: Basında devrim karşıtı acımasız eleştiriler, kara çalma fırtınaları esmektedir. TBBM’de kimi milletvekilleri bu yayınlar karşısında ne gibi önlemler alındığına ilişkin bir gensoru önergesi verirler, bunların hükümetçe kapatılmasını isterler. Başbakan İnönü ise 5 Temmuz 1931’de kürsüde şöyle der: “Arkadaşlar, eğer bir memlekette erbabı namus, laakal eşirra kadar sabur olmazsa, o memleket behemahal batar. Halk idaresi, millet idaresi diyoruz. Bu iddiada bulunan herkesin, millete taalluk eden meselelerde hissesi ve mesuliyeti olmak lazımdır. Eğer bir hükümet bütün meseleleri halledecekse, onun kurun-ı vusta padişahından ne farkı vardır? Arkadaşlar, bu maruzatımla, hükümetin elinde bulunan kapatma salahiyetini niçin kullanmadığını izah etmiş oldum zannediyorum. Bugün içinde bulunduğumuz devir, hukukşinasların devridir.”

İnönü’nün sözleri

Bugünkü dile çevirirsek İnönü şöyle demektedir: “Arkadaşlar, eğer bir ülkede namuslular, en azından kötüler (şerirler) kadar çok sabırlı/tahammüllü olmazlarsa o ülke kesinlikle batar. Halk yönetimi, ulus yönetimi diyoruz. Bu iddiada bulunan herkesin, ulusa ilişkin sorunlarda payı ve sorumluluğu olmak gerekir. Eğer bir hükümet bütün sorunları çözecekse onun Ortaçağ padişahından ne farkı kalır? Arkadaşlar, bu sözlerimle hükümetin elinde bulunan kapatma yetkisini niçin kullanmadığını açıklamış bulunduğumu sanıyorum. Bugün içinde bulunduğumuz dönem, hukukçuların dönemidir.”

Haberin Devamı

Bu tarihsel konuşma, özünde tek parti dönemi Başbakanının hukuk bilincinin yüksekliğini gösteren çok çarpıcı bir demokrasi dersidir. Konuşmanın yukarıdaki çarpıtılmış biçimi ise bu bilinçten yoksun olmanın üzücü bir örneğidir. Gerçekten İnönü her dönemde geçerli olması gereken noktalara değiniyor. “Eleştirilere katlanmayı bilelim, sabırlı olalım. Basını kapatmayalım. Bu konuda siyasetçiler değil, hukukçular karar versin” diyor.

Faşizmin yükselişe geçtiği çağda gerçekten kutlanası, çok ileri bir görüştür, bu.

Haberin Devamı

Sanıyorum, Victor Hugo’nun da “Sefiller”de geçen “Erdemli kalmak isteyenin acımaması gerekir. Namuslular da namussuzlar kadar yürekli olmalı” sözü, merhum İnönü’ye mal edilmiştir.

Görülüyor ki, çoğumuzun algısı, hem tarih ve hem de hukuk açısından sakattır, yanlıştır.

Siyasetçilerle yazarların yaptıkları ikinci yanlış örnek ise, Yassıada Mahkemesi Başkanı Merhum Salim Başol’un “Sizi buraya tıkan kuvvet/irade böyle istiyor” sözleri.

Bu konudaki değerlendirmeler de şöyle: Bu sözler hukukta işlenen cinayetin kara lekesidir.

Baştan belirtelim ki, Yassıada Mahkemesi doğal yargıçlık ilkesine kesinlikle aykırıdır. Derslerimde doğal yargıç ilkesinden söz ederken öğrencilerime sürekli bu örneği vermekteyim. Ayrıca Başkan Başol’un duruşmalarda gereksiz soruları, azarlamaları, yükletilen suçların oluşup olmadıkları elbette tartışılabilir.

Merhum Menderes ve arkadaşlarının asılması ise, devletin tasarlayarak işlediği yüz kızartıcı bir cinayettir.

Ancak “Sizi buraya tıkan kuvvet/irade böyle istiyor” sözlerinin algılanış biçimi ağır bir yanılgıdır.

Olayın aslı başkadır.

“CHP Mallarının Yasayla Hazineye Aktarılması Davası”nın duruşması sırasında sanıklardan Manisa Milletvekili Merhum Samet Ağaoğlu, Divan Başkanı Salim Başol’a söz konusu Yasa’ya olumlu oy verenlerin hepsinin değil de niçin sadece 36 milletvekilinin yargılandığını, özellikle o dönemde Yasa’yı hükümet adına savunan sözcü Merhum Fethi Çelikbaş’ın sanıklar arasında neden bulunmadığını sorar. Merhum Başol, şu yanıtı verir: “Sizi alıp Yassıada’ya tıkan kudret böyle istemiş, onu biz bilemeyiz. divan, huzuruna getirilen davaya bakar”.

Dikkat ederseniz burada “Sizi buraya tıkan irade böyle istiyor”, yani ”sizin mahkûm edilmenizi istiyor, bize böyle buyruk verildi” anlamına gelen bir söz yok. Tam tersine Merhum Başol, Roma hukukundan bu yana ceza yargılamasında benimsenen tarihsel, temel ve küresel bir ilkeyi dile getirmektedir. O da şudur: “Davasız yargılama olmaz” ya da “yargıç, dava açılmadan yargılama yapamaz” yahut da “yargıç kendiliğinden olaya/davaya el koyamaz” (ne procedat index ex officio).”

Demek, Başkan Başol’un sözleri yerilesi değil, tersine hukuk açısından uyulması gereken bir ilkeyi dile getirdiğinden övülesi sözlerdir.

Tarih bilincinin eksikliği

Yeri gelmişken Atatürk’e mal edilen, üniversite hastanelerinin duvarlarına bile kazınan bir sözü de anımsatmak isterim: “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.”

Hatay sorunu ile uğraşan hasta Atatürk, yabancı ülkeden bir hekime kendisini muayene ettirmek isteyen Başbakanına, hastalığının duyurulmasını istemediğinden, “şimdilik beni Türk hekimlerine emanet ediniz” demiştir.

Çok mantıklı ve yurtseverce değil mi? Ama gelin görün ki bu söz çarpıtılmış, “en gerçek yol gösterici, bilimdir” diyen Atatürk’e ve bilimsel yaklaşıma ters düşme pahasına “şimdilik” sözcüğü kaldırılmıştır.

Son iki örnek, tıpkı Bektaşi babasının “Namaza durmayın sarhoş iken” (lâ takrabûs salâte ve entum sukârâ) ayetinin (Nisâ, 43) işine gelmeyen “sarhoş iken” (ve entum sukârâ) kesimini atlamasına benzemektedir.

Ancak ben bunlara şaşmıyorum. Çünkü her boydan bizler, açılan davaların sürdüğü bir dönemde bile her Allah’ın günü TV’lerde haddimizi aşmakta, yargıçların yerine geçerek sanıklar hakkında hükümler kurmaktayız.

Bu kişilerin arasında hukuk profesörlerinin de bulunması kahredicidir elbette. Ama asla bir özür nedeni değildir.

Ne yazık ki, tarih bilincinin ve tarih felsefesinin eksikliği yüzünden tarihsel gerçekleri sürekli saptırıyoruz. Dilthey’ın felsefesini gözetmediğimizden “Tarih tekerrür eder” yüzeyselliğinde çırpınıp duruyoruz.

Ancak tekerrür eden tarih değil, yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, bizim epistemolojik yetersizliğimizdir.