Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Prof. Dr. HASAN ÜNAL

(Atılım Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi): Doktorasını İngiltere’de Manchester Üniversitesi’nde tamamlayan Ünal 1993-2008 yılları arasında Bilkent Üniversitesi 2008-2012 yılları arasında da Gazi Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı. 2012 yılından bu yana Atılım Üniversitesi’nde görev yapan Ünal, Türk dış politikasının değişik sorunları üzerine çalışıyor ve aynı zamanda ulusal ve uluslararası medyaya da sıklıkla katkıda bulunuyor.

Haberin Devamı


IŞİD’in tuttuğu Türk rehinelerin ‘kurtarılması’ veya ‘salıverilmesi’ her açıdan Türkiye’nin başarısı sayılmalıdır. Bu personelin IŞİD’e kaptırılması ne kadar acemice ve yanlış idiyse, hiç birisine zarar verilmeden kurtarılmaları da aynı derecede başarıdır. Rehinelerin kurtarılması aynı zamanda Türkiye’nin Irak ve Suriye politikaları üzerindeki ‘ipoteği’ de kaldırmış oldu; çünkü bu olay Türk dış politikasını adeta rehin almış; sadece IŞİD’e karşı elimizi kolumuzu bağlamakla kalmamış aynı zamanda Orta Doğu politikamızın gözden geçirilmesi gerektiğine yönelik tartışmaları da perdelemişti.
ABD öncülüğünde oluşturulan uluslararası koalisyonun IŞİD’e karşı başlattığı hava harekatı devam ederken Ankara’nın dikkatle ele alması gereken esas konular ortada duruyor. Dış politikamız ve bölgede yaşananların yol açması muhtemel gelişmelere ilişkin olarak pek çok soru işareti olduğu açık. Örneğin, bu operasyonların, IŞİD’i etkisiz hale getirmek şeklinde ifade edilenin dışında esas amacı nedir? Peşmerge ve PKK/PYD güçleri ile karadan desteklenen hava akınlarının sonunda Suriye ve hatta Irak hızla bölünmeye doğru gider mi? Bu ülkelerin bölünmesi Türkiye’nin ulusal güvenliği ve milli bütünlüğü açısından hangi sorunlara yol açabilir? IŞİD’in etkisizleştirilmesi halinde boşaltacağı alanları Barzani ve PKK/PYD güçlerinin doldururmasına nasıl ve neden engel olmak gerekir?

ESAD’a KARŞI?TAVIR
Türkiye’nin Orta Doğu’daki komşularıyla ilişkileri hiç iç açıcı görünmüyor. Suriye’deki rejimi devirmek amacıyla Ankara’nın 2011 yılı mart ayında uygulamaya koyduğu ve yanlış olduğu defalarca ortaya çıkmasına rağmen ısrarla hatta inatla sürdürdüğü politikalar yüzünden Şam ile aramızda adeta kan davası var. Aynı anda İsrail ile de olabildiğince gergin ilişkiler içindeyiz. Aslında birbirleriyle defacalarca savaşmış ve hâlâ da aralarında barış olmayan bu ülkelerin ikisiyle de aynı anda ve ideolojik gerekçelerle kavgalı olmayı başarmak (!) büyük bir maharet olsa gerek.
Öte yandan Sünni ve radikal siyasal islamcı rejimler oluşturmak amacıyla başlattığımız yanlış Suriye politikasının hiçbir alt yapısı kalmadı. Tunus’ta 2010 yılının sonlarında Bin Ali, 2011 yılında da Mısır’da Mübarek rejimini deviren olaylar zinciri Libya’da Kaddafi’nin onlarca senelik yönetimine son vermiş ve bu ülkelerin hepsinde hatta belki daha genişçe bir coğrafyada radikal siyasal İslamcı güçlerin iktidara geleceği beklentisi ortaya çıkarmıştı. Mısır’da Mursi’nin devlet başkanı seçilmesi ve Tunus’ta da En-Nahda partisinin koalisyon yoluyla iktidara gelmesi bu beklentileri kuvvetlendirmişti. Ankara’dan bakıldığında adeta yeni bir yüzyıl başlar gibiydi ve Mısır’daki Müslüman Kardeşler Hareketi’nden ilhamını alan radikal siyasal islamcı gruplar yani ‘bizim arkadaşlar’ iktidara geliyordu. Legonun Suriye ayağına yüklenmek zamanı gelmişti. ‘Kardeşim Esad’ söylemi yerini hızla ‘Katil Esed’e bırakmıştı. Bu ani tavır değişikliği uzunca bir süredir AKP’nin de katkısıyla oluşturulan ve Türkiye’nin fevkâlade lehine gelişen iyi ilişkilerin de sonu olmuştu.

MISIR’LA?İLİŞKİLER KOPTU
Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. En fazla üç veya altı ay içerisinde çökmesi beklenen Esad rejimi yıkılmadı. Zannedilenden çok daha geniş bir halk tabanı olduğu anlaşıldı. Dahası Mısır’daki Mursi rejimi aşırılık içeren adımları ve girişimleri sonunda halkın yarısından fazlasını kendi aleyhine çevirdi ve sonunda El Sisi darbesiyle iktidardan uzaklaştırıldı. Tunus’ta En-Nahda’nın tek başına iktidar umutları azaldı, Libya’da Kaddafi sonrası dönem Ankara’nın beklediği gibi şekillenmedi.
Kısacası Ankara hükümetinin, siyasetini üzerine inşa ettiği bütün temeller çöktü; ancak buna rağmen AKP, politikalarını değiştirmemekte kararlılık (!) sergilemeye devam etti. Şu anda Suriye ve İsrail’e ilaveten, Mısır’daki El Sisi yönetimine destek verdikleri için başta Suudi Arabistan olmak üzere Katar hariç bütün Körfez ülkeleri ile oldukça kötü ilişkiler dönemindeyiz. Suriye meselesi yüzünden İran ve ‘Şiilerin yönetiminde’ olduğu gerekçesiyle Irak merkezi hükümeti ile aramızda şiddetli fırtınalar esiyor. Nasır döneminin ardından ilişkilerimizi ‘normalleştirmek’ için onlarca sene çaba sarf ettiğimiz Mısır ile adeta iki düşman gibiyiz şimdilerde. Suriye meselesindeki inatlaşma politikamız ve Hamas’a arka çıkan tavrımızdan dolayı Vaşington ile ilişkilerimizin en azından limoni olduğuna şüphe yok. Bölgede dostane ilişkiler içerisinde göründüğümüz Katar Emirliği bile kendisinin taşıyamadığı İhvan mensuplarını Türkiye’ye vermeye başladı.
Bu dış politika sürdürülemez. Öyle ki, ABD öncülüğünde IŞİD’e karşı başlatılan operasyonlarda yer alıp alınmaması veya ne yapılması tartışmalarını bile bu yanlış politikalardaki ısrarcı tavrın belirlediğine şüphe yok. Hâlâ Suriye sınırında tampon bölge (ki, bu yanlış bir tabirdi, belki de o yüzden son günlerde ‘güvenli bölge’ (safe heaven) sözcüğü kullanılıyor) ve ‘uçuşa yasak bölge’ (no-fly zone) taleplerimizi sürdürüyor ve Suriye’de Esad rejiminin hemen veya kademeli bir şekilde gitmesi gerektiğini söylemeye devam ediyoruz.

PYD/PKK PALAZLANDI
Bu saplantı yüzünden ‘Büyük Kürdistan’ kuruluyor; çünkü Kuzey Irak’ta Barzani güçleri IŞİD’e karşı savaştıkları için ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’dan ağır silahlar alıyorlar. Suriye’de PYD/PKK güçleri iyice palazlanıyor ve IŞİD’in boşalttığı alanları onlar dolduruyor.
Oysa hem uluslararası camidan taleplerimizin hem de beklentilerimizin gerçekçi olmadığı ortada: Güvenli bölge ve uçuşa yasak bölge oluşturulması için mutlaka BM Güvenlik Konseyi kararı gerekli. Rusya ve hatta Çin’e rağmen böyle bir kararın geçmesi imkansız. Ayrıca hava savunma sistemleri şakaya gelmeyecek derecede kuvvetli olduğuna şüphe olmayan Suriye’nin uçuşa yasak bölge uygulamasına karşı koyacağı açık.

NE YAPMALI?
Öte yandan IŞİD konusundaki ikircikli tavrımızın Irak’ta ciddi sorunlara sebep olduğu gün gibi ortada. IŞİD’li hiçbir Irak senaryosunun Türkiye’nin çıkarına olamayacağı; sünni bölgelerde tutunacak IŞİD’in Irak’ın üçe bölünmesine yol açacağı, IŞİD‘e karşı savaşta yer alan Barzani güçlerinin Batı dünyasından daha fazla silah alarak kuvvetlenecekleri, sonunda bu komşu ülkenin üç parçaya ayrılacağı ve bölünmenin de Türkiye açısından hem milli güvenlik hem de ulusal bütünlük sorunlarına sebep olacağı dikkate alınırsa, Irak politikamızı ciddi bir şekilde gözden geçirmek ve IŞİD’in Irak’tan tasfiyesi ve Irak merkezi hükümetinin topraklarının tümünde egemenlik kurmasını hedefleyen yeni bir siyaset belirlememiz gerektiği ortaya çıkar.
Aynı durum Suriye için de geçerlidir. Esad’ın devrilmesi saplantısını bir tarafa bırakmak zorundayız. Çünkü hem Esad’ı devirmek pek mümkün görünmüyor hem de Esad’ın yerine IŞİD gibi ortaçağ kafalı terör örgütlerinin hakimiyet kuracağı bir Suriye’nin varlığının sınırlarımızda bir tür Somali veya Afganistan oluşturması ihtimalini göz ardı edemeyiz.
Suriye ve Irak politikalarımızı bu iki ülkenin toprak bütünlüğü esası üzerine inşa ederek Bağdat ve Şam yönetimleriyle işbirliği yaparsak, topraklarımıza gelen ve gelmesi muhtemel yeni mülteci dalgalarının da önünü almış oluruz. Aksi takdirde acil olarak ‘Sığınmacılar ve Mülteciler Bakanlığı’ kurmak zorunda kalacağız; çünkü kısa bir süre sonra - eğer halihazırda değilsek - dünyanın en büyük mülteci kitlesini barındıran ve ilginç bir biçimde bundan da memnun görünen (!)ülkesi olmaya adayız.