Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

M. VECDİ GÖNÜL

Kalkınmada pragmatik  bir uygulama: OFFSET

Eğitimi: SBF (Mülkiye): lisans, Kaymakamlık dönem birincisi, TODAİE: uzmanlık, USC-ABD: Master ve SBF (Mülkiye): Doktora.
Kariyeri: Kaymakam, Belediye Başkanı, Şube Müdürü, Mülkiye Müfettişi, İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri, Personel Genel Müdürü, Kocaeli Valisi, Emniyet Genel Müdürü, Basın İlan Kurumu Hükümet Temsilcisi, Ankara Valisi, Merkez Valisi, YÖK Kurucu Üyesi, İzmir Valisi, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Ağır Sanayi Danışma Kurulu Başkanı, Sayıştay Başkanı, ECO Ülkeleri Sayıştay Birliği Başkanı, TBMM Başkan Vekili, Ak Parti Kurucusu ve Seçim Başkanı, Milli Savunma Bakanı (2002-2011), NATO Parlamenter Meclisi Üyesi, Kocaeli-İzmir-Antalya Milletvekili.
Medeni Durumu: Evli ve üç çocuk babası.

Haberin Devamı

Genel kabul görmüş bir düşüncenin ifadesi olmasa da kimilerine göre insanlar arasındaki ilişkinin esası barıştır ve savaş fevkalade istisnai bir olaydır. Bazılarına göre de bu ilişkinin temeli her durumda çatışma’dır. Savaş daimi olan bu çatışma halinin yoğunluğuyla ilgilidir. Diğer bir ifadeyle savaş bu yoğunluğun en yüksek seviyesine çıkmasından başka bir şey değildir. Bu iki zıt görüşün benzerlerini geçmişte de bulmak mümkündür. Nitekim Aristo insana tabiatı itibarıyla “zoon politikon“, politik bir hayvandır derken, insanın yaradılışı itibarıyla diğer insanlarla beraber toplum halinde yaşamayı tercih eden bir varlık olduğunu kastetmiş olsa gerekir. Toplumsal yaşayışın ilk şartı ise karşılıklı anlayış, huzur ve sukûndur. Hâlbuki, diğer taraftan, Hobbes “Homo homini lupus”, insan insanın kurdudur diyerek insan tabiatının başka bir yönüne vurgu yapmıştır. Bu her iki iddia veya tespiti doğrulayacak yaşanmış pek çok örnek verilebilir.

KALKINMA İHTİYACI
Osmanlı’nın yükselişinde feodaliteden uzak ve adaletin temel alındığı çok kuvvetli merkezî idarenin büyük üstünlük sağladığı muhakkaktır. Nitekim Batı Yeniçağının önemli düşünürlerinden Machiavelli (Machiavelli, 1999), Osmanlı’nın yükselişini bu gerekçeyle izah ederken, Osmanlı karşısında Avrupa devletlerinin perişanlığını da kuvvetli bir merkezî idareye sahip olmamaları ile açıklamaktadır.
Batı kralları diğer asilzadeler arasında ancak “primus inter pares-eşitler arasında ilk/birinci” idiler. Osmanlı’nın bu üstünlük vasfı, üç asır sonra, Max Weber (Turner, 1997: 38) tarafından büyük zafiyet olarak tespit edilmektedir. Ona göre Osmanlı’ya hâkim olan idare ‘Patrimonyal Sultanate’dir. Bu kuvvetli merkezi idare Osmanlı’yı geri bıraktırmış ve daha da geri bıraktıracaktır. Çünkü ona göre Kuzey Batı Avrupa’nın gelişme unsuru olan Protestan Etik’in her ferde tanıdığı müteşebbis olma imkânı kuvvetli bir merkezi idarenin varlığı ile kesinlikle kabili telif olamaz. Görüldüğü gibi vaktiyle gelişmenin temeli olarak mütalaa edilebilen bu unsur sonradan gelişmenin en büyük engeli hatta yıkılışın gerekçesi olarak ileri sürülebilmektedir.

GERÇEĞİN?ANALİZİ
Kalkınma ihtiyacını hissettiğimiz iki asırdır bize hep hukuki, idari reform tavsiyelerinde bulunulmuştur. Tanzimat Fermanı, Gülhane Hattı Hümayunu, İlerleme Raporları bunların en güzel örnekleridir. Devletin iç-dış, can, mal ve üretim araçlarının, üretenlerin ve müteşebbisin güvenliğinin sağlanması, hak ve hürriyetlerin en ileri seviyeye yükseltilmesi için siyasi, hukuki, idari düzenlemeler yapmasının önemi tartışılmaz. Bunlar elbette elzemdir. Ancak bunların en ideal şeklinin ne olduğu tartışmalı olduğu gibi sırf ve yalnız bu konuları hallettiği için kalkınmış örnek ülke bulmak da kolay değildir. O halde gerçek dünyaya analizci bir tespitle yaklaşıp bu tespiti motivasyonumuzun merkezine yerleştirip her kararımızda Sanayi Devrimi’yle başlayan ve dünyamızı tanınmayacak kadar değiştiren sürece ne kadar yaklaştık endişesini ve gayretlerini taşımak çok daha doğru olsa gerekir.

KALKINMA REÇETELERİ
Gelişmiş denen ülkeler, kendilerine danışıldığında, genellikle; gerçekte nasıl geliştiğini açıklamamak, kendisine tarih yaratırken nasıl geliştiğini olumlu biçimde öne çıkarmak, kendisine danışan ülkelere gelişme önerisi olarak ‘maksatlı’ reçeteleri sunmak eğilimindedirler. Gelişmek isteyen ülke ise; kendi mazisinin ipoteğinden kurtulamamakta, gelişmişliğin zahirî, ışıklı görünümünden esasa inememekte, yoğun sabır, zahmet, emek, kan ve terle elde edilmiş sonuçların, zahmetsiz ve popülist politikalarla elde edilebileceği düşüncesine kapılmaktadır.

REEL?EKONOMİ
Batı kaynaklı kalkınma tavsiyelerinin merkezinde hukuki, idari, siyasi ıslahat hep konumlandırılırken, kendi üstünlüklerini borçlu oldukları maddi gelişme, Sanayi Devrimi, mağlup ülke kaynaklarını sömürme, kendi halklarını öldüresiye çalıştırma, çevreye zarar verme, ileri teknoloji ve örneğin offset kavramı gibi uygulamalar bu tavsiyelerde hiç öne çıkarılmamıştır.
Türkiye artık kalkınmış ülkelerin hukuk, siyaset, idare alanlarında en ideal seviyeye ulaştıkları için kalkındıkları kabulünden kurtulmalı; reel politik ve reel ekonomiye yoğunlaşarak dikkatle Batı’nın utanç alanlarından da (sömürgecilik, çevre kirliliği gibi) sakınarak, hat-tı harekâtını tespit etmelidir. Esasen Türkiye’nin asırlara dayanan hukuk, siyaset ve idare birikimi kaç ülkede vardır ki.

GÜCÜN?KAYNAĞI
Kanaatimizce, insanlık asırlar süren bir mücadele sonucunda hukuk devleti, insan hakları, demokrasi ve hürriyetleri esas alan adil ve huzurlu bir dünya hedefini ortaya koymuştur. Ne var ki bunun insanlığı meydana getiren bütün toplumlar için geçerli olabilmesi ancak her birinin eşit söz sahibi olmasıyla mümkündür. Bu ise belli bir güce sahip olmakla kabildir. Aksi takdirde zayıfın ifade ve iradesi kuvvetlinin insaf ve müsamahasıyla sınırlı olur. Bugün ise güç, dayanışma, kültür, bilim ve teknoloji kaynaklıdır. Dayanışma ve kültür değişik şartlarda farklı şekillerde tezahür edebilir. Ancak gücün gerçek kaynağı olan bilim ve teknoloji aidiyeti itibarıyla ne coğrafyası ne ırkı olmamakla evrenseldir. O halde eşit olmanın yolu eşit bilgi ve teknolojiye sahip olma ön şartından geçmektedir. Bunun araçlarından biri ülkemizde ve sınırlı bir alanda da olsa başarılı bir örnek uygulama olarak gördüğümüz offset’tir. Offset’in karmaşık ve gizli olarak yürütülen süreçlerden oluşması sebebiyle uluslararası ortak bir uygulamadan bahsetmek mümkün değildir.

‘OFFSET’ KAVRAMI
Offset uygulamaları hedefler, ihtiyaçlar ve stratejilere göre ülkeden ülkeye ve hatta aynı ülkede projeden projeye değişiklik gösterebilmektedir. Uygulamada Offset “Sanayi Katılımı”, “Ekonomik İyileştirme”, “Telafi Paketleri”, “Endüstriyel Fayda” ve “Karşılıklı Ticaret” olarak da anılmaktadır. Türkiye’deki Offset tanımı incelendiğinde ise 2003 Savunma Tedarik İşlemlerinde Offset Uygulamaları Yönergesi’nde Offset, ülke sanayi ve hizmet sektörlerinin üretim olanak ve yeteneklerinin ve/veya uluslararası alandaki Pazar paylarının/rekabet gücünün artırılması ve ödemeler dengesinde oluşacak olumsuz etkinin azaltılması için gerçekleştirilecek işlemler olarak tanımlanmıştır.
(Kısacası Offset, yapılacak ithalata karşılık aynı sözleşmede ihracatın ve yerine göre Türkiye’de üretimin, teknoloji ve sermaye transferinin, teknik eğitimin vb. şart koşulmasıdır.) Dünya ticaretinin yüzde10’u offset ile gerçekleştirilmekte, ABD, İngiltere, İsrail, Güney Kore gibi pek çok ülkenin benimsediğin bir uygulama halindedir.
Yurtdışı kamu harcamalarında savunma sanayiinde olduğu gibi diğer sektörlerde de yüzde 50 oranında offset uygulanması durumunda, sanayi katılımı, ihracat ve teknolojik işbirliği yoluyla ülke ekonomisine sağlanabilecek katkı on yılda yaklaşık 300 Milyar Dolar olacaktır.

TÜRKİYE’NİN ÖNCELİĞİ
Türkiye sömürge geçmişi olmayan ve gelişen ülke olarak bugün Ar-Ge harcamalarında 2005-2010 arasında yıllık yüzde 10’dan fazla artışla Norveç’i geride bırakan (The Economist, 2013:50-51), ayrıca, internet kullanıcılarının nüfusunun yüzde 44’üne ulaşarak İtalya, İspanya, Polonya, Ukrayna ve Hollanda’yı geçen (The Economist, 2012: 91) bir seviyeye ulaşmakla beraber, 200 senelik bir mücadeleye rağmen iç ve dış yanlış önermeler ve kendi büyük tarihinin ipoteğinden kurtulamaması sebebiyle hâlâ enerjisinin büyük kısmını hukuki, siyasi meselelere harcamaktadır.
Bizce en öncelikli yol, bu konuları da ihmal etmeden ancak teorilerle boğuşmadan ve Batının yükselirken insanlık ve çevre bakımından ve başka toplumların çıkarlarını yok sayarak düştüğü hallere düşmeden, onun maddi, pragmatik, pratik uygulamalarını ülke şartlarına adapte edecek yoldur.
Mevcut zihniyetimizde buna engel hiçbir husus yoktur. Örnekse offset uygulamalarıdır. Unutmamak gerekir ki daha önce asırlar süren değişim, zamanımızda birkaç yılda gerçekleşmektedir. Kalkınma konusunda ülkemiz ve gelecek nesillere olan sorumluluğumuz, asla şüphe yok ki, bugün dünden çok daha fazladır.

Referanslar
Machiavelli, Niccola, Prens, (Çev Rekin Tansoy), İstanbul, Oğlak Yayıncılık, 1999.
SSM, Savunma Tedarik İşlemlerinde Offset Uygulamaları Yönergesi,2003.
The Economist Dergisi, Şubat 2013 sayısı.
The Economist Dergisi, Aralık 2012 sayısı.
Turner, Bryan S., Max Weber ve İslam, (Çev. Yasin Aktay), Ankara, Vadi Yayınları, 1991.

Haberin Devamı

SAVUNMA SANAYİİNE KATKI

Haberin Devamı

Offset politikasının esas itibarıyla uygulandığı Savunma Sanayiine katkıları şöyle ifade edilebilir:

Kuramsal Düzeyde;
* Teknolojik yeteneklerini geliştirmiş,
* Küresel rekabet gücünü artırmış,
* Uluslararası tedarik zincirine katılmış,
* Döviz tasarrufu sağlamış,
* İstihdamı artırmıştır.

Gerçekleşme Düzeyinde;
* Halen sektör cirosu 2002’ye göre dört misli artarak 4,5 Milyar Dolar’a yükselmiş,
* İhracatı beş misli artarak 1,2 Milyar Dolar’a yükselmiş,
* Savunma ihtiyaçlarının yurt içinden karşılanma oranı 10 yılda nakdi olarak %20’lerden %54’e yükselmiş;
* Hazır alım projelerinin oranı %10’a düşmüştür.

2011-2021 yılları arasında Türkiye’de yapılacak tahmini harcamalar yaklaşık olarak aşağıdaki tablodan izlenebilir:

Haberleşme 210 Milyar Dolar
Bilgi Teknolojileri 70 Milyar Dolar
Ulaştırma 90 Milyar Dolar
Enerji 95 Milyar Dolar
Sağlık 135 Milyar Dolar
Toplam 600 Milyar Dolar

(Kaynak: İlgili Bakanlıkların Stratejik Planları)