Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Şerif Onur Bahçecik

Mart ayında Avrupa Birliği ile Türkiye arasında, Suriyeli mültecilerin geri kabul edilmesi karşılığında vize muafiyeti verilmesine dayanan bir anlaşma uygulamanın zorluğu son günlerde iyice açığa çıktı. Bu anlaşmanın daha az tartışılan ama çok önemli unsurlarından biri AB’nin taahhüt ettiği ve Suriyeli mülteciler için kullanılacak olan 3 Milyar Avro. AB, 18 Mart 2016’daki açıklamasında bu fonun serbest bırakılmaya başladığını açıklamıştı ancak son haberler fonun henüz Türkiye’ye gelmediğini gösteriyor. AB ile Türkiye arasındaki mülteci anlaşmasının kaderi ne olursa olsun, anlaşmanın AB’nin yardımı ile ilgili kısmı bağımsız bir şekilde ele alınmalı ve AB taahhüdünü yerine getirmelidir. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için iki tarafın da yapıcı adımlar atması gerekiyor.

Haberin Devamı

AB’nin söz verdiği 3 milyar Avroluk yardımın amacı yük paylaşımı ile ilgili. Türkiye toplumu uzun süredir Suriye’deki iç savaştan kaçan kişilerin sağlık, barınma ve güvenlik gibi ihtiyaçlarını eksikliklere rağmen karşılıyor. Ancak geçici koruma altına alınan Suriyelilerin ülkeye getirdiği yük uluslararası toplumdan hiçbir destek almadan sonsuza dek karşılanamaz.

İnsani boyut önemli

Ne var ki, son günlerdeki gelişmeler Türkiye ve AB’nin 3 milyar Avronun kullanılması konusunda bir türlü ortak zemin bulamadığını ortaya koyuyor. Türkiye ve AB’nin giderek dozu artan tehditkar açıklamaları sadece ilişkileri zedelemiyor, Suriye krizinin insani boyutunun da ne kadar çabuk unutulabileceğini gösteriyor. Meseleye bir dış yardım olgusu olarak bakıldığında AB tarafı da Türkiye tarafı da çok bildik ve tahmin edilebilir bir tavır içerisine girmiş durumda. AB aktaracağı fonun nasıl harcanacağı konusunda kontrolü elinde tutmak istiyor. Fonun nasıl, ne zaman, kim tarafından ve hangi amaçlarla kullanılacağının prensiplerini Türkiye’ye kabul ettirmeye çalışıyor. Fonun yönetiminde sivil toplum kuruluşlarının ve BM gibi uluslararası kuruluşların görev almasını istiyor. Kısaca ipleri Türkiye’ye bırakmak istemiyor. Türkiye tarafı ise uzun yıllardır Suriyeli mültecilere kendi bütçesinden kaynak aktardığını, bu sorunun sağlık ve sosyal hizmetler gibi alanlarda önemli bir yük getirdiğini ve Türkiye’ye muhakkak katkıda bulunulması gerektiğini vurguluyor. Örneğin sırf eğitim alanında bile sadece ilk aşamada onlarca okulun inşa edilmesi ve bu okullarda çalışacak öğretmenlerin eğitilmesi gerekiyor. Türkiye’nin BM gibi kuruluşların yardım fonlarını yönetmede ne kadar hantal ve bürokratik olduğuna yönelik eleştirileri zaten biliniyor.

Haberin Devamı

Çözümsüz değil

AB ve Türkiye’nin bütün bu anlaşmazlığı bir yana bırakarak görmeleri gereken bir gerçek var. Suriyeli mültecilerin çok önemli ihtiyaçları var ve hem AB hem de Türkiye’nin ortak çıkarı bu ihtiyacın karşılanması ve insani krizin bir nebze hafifletilmesi. AB eğer Avrupa projesinin bir şekilde devam etmesini ve “düzensiz göç” meselesinin yönetilmesini istiyorsa Türkiye’deki Suriyelilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamalı. Türkiye de bu krizin yükünü uluslararası toplumla paylaşmanın yollarını aramalı. Bu dış yardım sorunu çözümsüz değil. İki taraf da Suriyelilere aktarılan kaynağın artırılması paydasında buluştuğuna göre bir çözüm bulunabilir. Çözüm yolu içinse son yıllarda dış yardım ve uluslararası kalkınma camiasında konuşulan ve uygulanan bir yönteme başvurulabilir: Teslimde ödemeli yardım (Cash on Delivery Aid). Bu yardım yöntemi sanal alışveriş sitelerinin uyguladığı kapıda ödeme sistemine benzetilebilir. Bu sistemde müşteri kredi kartıyla internet üzerinden değil, kargo kapısına gelip teslim aldığında ödeme yapıyor. Benzer bir şekilde donör ülke de sadece belli hedefler gerçekleştiğinde yardım yapıyor, ancak hedefin nasıl gerçekleştiğine karışmıyor. Bu model daha önce pek çok defa çeşitli ölçeklerde uygulandı, Kofi Annan ve Afganistan Devlet Başkanı Eşref Gani gibi yetkililerin de dikkatini çekti.

Haberin Devamı

Üç taraflı model

Teslimde ödemeli yardım fikri ilk defa Küresel Kalkınma Merkezi adlı düşünce kuruluşu uzmanı Nancy Birdsall tarafından ortaya atıldı. Bu yardım modelinde üç taraf var. Yardım alan, donör ve bağımsız denetleyici. Yardım alan ülke ve donör kuruluş yardımın hedefleri konusunda bir anlaşma yapıyorlar ve bağımsız kuruluş uygulamayı denetliyor. Örneğin Etiyopya’da Britanya tarafından uygulanan ve ilkokul eğitimi alan çocukların sayısını artırmayı amaçlayan bir projede Britanya, mezuniyet sınavına giren her kız öğrenci için 100 sterlin ödemeyi taahhüt etti, ancak okula kayıt olan çocukların sayısının nasıl artırılacağı konusunda Etiyopya hükümetine karışmadı. Ayrıca hükümetler sınavların gerçekten yapılıp yapılmadığını kontrol etmesi için bağımsız bir denetim kuruluşuyla anlaştı. Böylece hem Etiyopya ilkokul eğitimi alan öğrenci sayısını artırmak için teşvik edilerek fon almış oldu hem de Britanya Etiyopya’daki dış yardım amaçlarına (yani eğitim oranını artırmak) ulaşmış oldu. Eğer Britanya bu yardımı geleneksel bir şekilde yapsaydı muhtemelen sadece okul inşası için Etiyopya’ya fon aktaracak, inşaatları denetleyecek, fonun doğru bir şekilde harcandığından emin olacaktı. Ama dış yardım bu geleneksel modelle uygulandığında daha çok okul yapılması daha çok öğrencinin de kayıt olacağı anlamına gelmiyor.

Türkiye ve AB de bu yöntemle ortak çıkarlarını gerçekleştirebilir. Örneğin Suriyeli mülteci çocukların daha sağlıklı olması için yeni doğan yaşam oranında belli bir oran ya da belli bir ağırlık-boy ölçüsü (persentil) tespit edilerek bu hedef karşılandıkça fon aktarılabilir. Böylece hem Türkiye uygulamak istediği politikalar konusunda daha bağımsız olur hem de AB ve Türkiye’nin ortak çıkarı olan Suriyelilerin yaşam şartlarının iyileştirilmesine hizmet edilmiş olur. BM gibi kuruluşlara da sonuçları denetleme ve doğrulama görevi verilerek nesnel bir değerlendirme sağlanmış olur.

AB ve Türkiye arasındaki yardım krizini çözmek mümkün, yeter ki iki taraf da meselenin insani boyutunu unutmadan ortak çıkarlarını işbirliğiyle gerçekleştirebileceklerini anlasınlar.

Şerif Onur Bahçecik

Kanada’da Carleton Üniversitesi’nde siyaset bilimi doktorası yaptı. Siyaset sosyolojisi, insan hakları ve dış yardım konularında çalışmaktadır. Halen ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Yardımcı Doçent olarak görev yapmaktadır.