Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Demokrasi ve Ali Şen
Hayatın cilveleri bunlar: Başkanlık yaptığı dönemlerdeki tek adam otoritesi ve tropik siklon gibi esen görev süresi, kimileri tarafından "diktatörlük" olarak algılanan Sayın Ali Şen, şu sıralarda Fenerbahçe Kulübü’ndeki "demokratik yapı"nın en önemli unsuru ve güvencesi haline geldi.
Adına ister "muhalefet" deyin ister "nifak", isterseniz "eleştiri"; kulubü adeta yeniden "inşaa eden" Aziz Yıldırım’ı bu kadar yüksek sesle uyarmaya, ancak Ali Şen cesaret edebilirdi.
Evet... Bunlar hayatın cilveleri.
Sayın Kenan Evren’in komşusu ve çok yakın dostu Sayın Ali Şen’in, Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin demokratikleşmesine yaptığı bu tarihi katkı, şu günlerde artı sonsuzdan eksi sonsuza kadar kantarlanabilir ama, uzun vadede kulübe "demokratik" etkileri kesindir.
Çünkü muhalefetsiz iktidar, denetimsiz güç, zaman zaman kendini yaratan nedenlere bile savaş açabilir...
Bu kişisel bir mesele değildir. Bir ortamın demokratik olabilmesi için artılardan eksileri çıkarmadan sadece aksayan yönleri dile getirenler de olmalıdır. Yönetenlerin, eleştiriden nefret etmesi de eşyanın tabiatı gereğidir. Onlar hep "en iyiyi yaptıklarından" emindir. Tenkitler başarıya giden yola döşenen mayınlardır iktidara göre. Beğenilmeyen, "eylemleri" ise; bir derece... Eleştirilen "kendileri" ise, tenkitlerin sahibi "mümkünse" çabucak susturulmalıdır.
Peki Sayın Ali Şen’i susturmak kolay mıdır?..
Kişisel gücünü sosyal çevresi ile katmerleyen ve taraftarın yüreğindeki sevgiyle, enerjisini kullanmadığı zaman daha da güçlenen bir tayfun gibidir Sayın Ali Şen... Estiği zaman - ki, bu zamanlama daima Fenerbahçe’nin silkinmesi gereken tarihlere denk gelir - yerinden sökemese bile, nice ağaçları eğip devirir.
Ben Sayın Ali Şen’in müridi falan değilim. Ama demokrasiye inanan biriyim. Demokrasinin de kuralları bellidir: Güçlü yönetim, güçlü muhalefet, özgür eleştiri... Şeffaflık, uzlaşma...
Fenerbahçe’de yok muydu?.. Vardı ama; daha fazla...
Volümün yükselmesi kimseyi tedirgin etmemelidir. Bu bir ülke de olsa, aile de, kulüp de; güçler dengelenmelidir. Sayın Ali Şen’in esip gürlemesi en azından Fenerbahçe Yönetimi’nin her şeyi iki kere düşünmesini sağlayacaktır.
Bunun içinde Lorant da vardır, Oğuz da, şampiyonluk da, Avrupa da...
Fenerbahçe’ye başkan olmuş insanların amacı kulübe zarar vermek olmayacağına göre; korkulması gereken fırtına değil, tartışmaların kişiselleşmesidir.
Fırtına ile yıldırımın savaşını düşünsenize.

Kara mizah yapmak istersek kolay:
Hakan Şükür açısından olay resmiyete bağlandı... Geçen yıl kulübü vardı oynamıyordu, bu sezon kulübü yok ve yine oynamayacak...
Ama zor olan, yetenekli, sağlıklı, şöhretli bir futbolcunun, kendisine nasıl bu rolü biçmiş olduğunu anlamak.
Cin gibi olduğu kesin... Bilmez mi Fethullah Hoca’ya sempatisini deklare etmesinin kendisine birçok kapıyı kapatacağını?.. Bilir... Ama kimbilir, sırtını ne denli güçlü bir yere dayadığını düşünüyordu. Lakin onun sempatisini paylaşanlar henüz üç büyükleri ele geçiremedi.
Belki de güvendiği dağlara henüz kar yağmamıştır; kimbilir?..
Bu Fethullah Gülen meselesi benim "vesvesem" de olabilir.
Peki niye Galatasaray Hakan Şükür’ü almadı?..
Jeep olayında Fatih Terim’i ters köşeye yatırdığı için mi?.. Hoca’ya, sayesinde kariyer yaptığını ima ettiğinden mi? Alt katta tedavi olup üst kata çıkmadığından mı?
İtalya’ya gittiğinde yöneticiler için atıp tuttuğundan mı?
Ali Dürüst’ün kesin kararlılığından mı?
"Paragöz" olduğundan mı? Giderken "fırsatçı", dönmek isteğinde "ukala" tavrından mı?
Kulüp başka, Milli Takım başka... Şenol Güneş niye gözden çıkardı?
Dünya Kupası’ndaki "intikamcı" tavırlarından mı?
Çok konuştuğundan mı?.. Takımı olmadığından mı? Verdiği görevi yapamadığından, sırtında taşımaktan yorulduğundan mı? Avrupa’da tam maaşla tekaüt hayatı yaşadığından ve gidecek futbolcularımızın önünü kestiğinden mi?
Elinde bonservisi olan ve her attığı gol ezeli rakibine prestij kaybettirecek olan milli bir futbolcuyu Fenerbahçe niye almadı? Teknik açıdan mı?.. Mizacı yüzünden mi?.. Ayağı mı sakat, insani ilişkileri mi?..
Biri... Veya birkaçı.. Hepsi... Ya da hiçbiri...
Hiç önemli değil...
Bir futbolcuya ilişkin bu kadar çok yanıtsız soru varsa sonuç normaldir.
Kara mizah gibi...

Erman Toroğlu’nun "kalın kabuklu yafa portakalı çıktı" dediği Washington atmışbeş dakikaya üç gol sığdırınca, esprisizliklerini "üretkenlere" çatarak dengelemeye çalışan kalemlere gün doğdu.
-Hani yafaydı?.. Sulu vaşington çıktı, sulu...
Yapmayın... Suyunu çıkarmayın... O espri yapıldı!..
Hem niye kazıyorsunuz Erman Hoca’ya... Washington’un gol kaçırma makinasına döndüğü maçlardaki halini, kendi mesleği kabzımallığın argümanlarıyla anlattı işte...
Dua edin ki, fenni Sünnetçi Kemal Özkan henüz spor yorumlarına başlamadı.

İşe adam değil, adama iş bulursan, hem işi mahvedersin, hem adamı...
İşte Oğuz’un dramı...
Son derece kaliteli bir Fenerbahçeli olarak Oğuz’u gelecek için hazırlamak ve olayların içinde pişirmek isteyen Fenerbahçe Yönetimi, şimdi günü ve Lorant’ı kurtarmak için Oğuz’u harcamak aşamasına geldi.
Niye Lorant ile Oğuz elele maça çıkarlar.
"Aramızda problem yok" demek için. Böyle bir şey olabilir mi Allah için?... Bir teknik adamın yardımcısı ile arasında sorun olabilir mi. Olsa, ikisi bir arada olabilir mi?..
Fenerbahçe’de olabilir. Çünkü İşe adam değil, adama iştir Oğuz’unki... Teknik patronla sorunu olsa da kalabilir Oğuz. Teknik patronla sorunu olmasa da gidebilir.
Bunlar söylenti ise, çıkma nedeni nedir?.. Gerçek ise, teknik direktör ile yardımcısının şekerrenk olması nasıl izah edilebilir.
Oğuz’u başa getirsen olmuyor. Yardımcı kalsa olmuyor. Güle güle desen olmuyor. Gel de çık işin içinden. Ama lütfen biraz çabuk... Baksanıza soyunma odasında Oktay, Serhat’ın üstüne yürüyor.

Dünya üçüncüsü Futbol Milli Takımımız’ın Devlet Üstün Hizmet Madalyaları yakında verilecek.
Bu arada Sayın Mustafa Taşar’ın girişimiyle Turizm Hizmet Madalyası aldı Milli Takım.
Neden?.. Çünkü Türkiye’nin küresel tanıtımına vesile oldular ve olası turist potansiyelini artırdılar.
Bu doğru da, mesela televizyon satışlarını da artırdılar; niye TV üreticileri "Üstün TV Tüketim Madalyası" vermiyor onlara?..
Ya da TRT "Üstün Reyting Madalyası" veya vatandaşlar "Üstün Moral Madalyası"... Pepsi, "Üstün Satış Madalyası"... Kuaförler "Üstün Saç Modelleri Madalyası"... Haluk Ulusoy, "Üstün Cankurtaran Madalyası"... Böyle gitsin liste.
Yahu, çocuklar bu ülkede verilebilecek en büyük onura kavuşmuşlar "Devlet Üstün Hizmet Madalyası" ile, ne lüzum var bu üstün madalya türevlerine.
Hani Milli Savunma Bakanlığı, bir türlü fırsat bulup da Atatürk’ü ziyaret edemeyen Milli Futbolcularımız’a Anıtkabir rozeti taksa, bir anlamı olur... Gerisi palavra.

Bazılarının "blöf", benim "şantaj" olarak nitelediğim Üç Büyükler’in "Devlet yardımcı olmazsa amatörlerin kepengini kapatma" girişiminde ciddi bir gelişme oldu... Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Erdoğan Toprak, Üç Büyükler’in stat kiralarından tahakkuk eden 1,3 milyon dolarlık kira borçlarını, basketbol ve voleybol şubelerini açık tutmaları karşılığında silmeyi teklif etti.
Şimdi zannedilebilir ki, bu iş bitti!
Bence bitmez... Sayın Toprak son derece iyi niyetli ve yapıcı biri ama, yeteri kadar bereketli çıkmadı... Üç Büyükler’i bu teklif kesmez; onlar zaten Devlet’e kira, vergi falan ödemiyorlar ki.

Sizce Türkiye’nin "gelmiş geçmiş" en büyük golcüsü kimdir?..
Yaşınıza, takımınıza, futbola bakışınıza, anılarınıza göre değişir...
İlk sıra büyük bir olasılıkla rahmetli Metin Oktay’a aittir...
Ardından iki elin parmakları kadar isimler gelir akıllara:
Cemil Turan, Rıdvan, Tanju, Hakan, İlhan...
Bu arada teknolojinin iletişim mucizelerine yetişemeyen nesillerin hakkı yenir ama ne yapacaksınız kamuoyunun hafızası çok kuvvetli değildir.
İnsanlar tercihlerinde özgürdür ve tartışılmayacak şeyler, sadece zevkler ve renklerle sınırlı değildir.
Sayın Haluk Ulusoy’a göre gelmiş geçmiş en büyük golcü Hakan Şükür’müş. Dikkat edin; en büyüklerinden biri değil... En büyük...
Olabilir. Sayın Ulusoy, evde pijamalarını giyip nostaljik kanalda eski Türk filmlerini seyrederken böyle konuşabilir... Ama kravatını takıp Futbol Federasyonu Başkanı kimliği ile mikrofonlara haykırdığı bu tespit, tek kelime ile dehşet vericidir. Adaletsizliktir. Vefasızlıktır. Hatta ayıptır.
Aslında bundan önce, sadece Hakan Şükür ortada kalmasın diye transfer takvimini bir hafta daha uzatma girişimini, üstelik bunu her zamanki gibi acul bir tavırla ve yönetici bilincinden uzak yapmasını eleştirmek istiyordum ama... İpin ucu kaçmış artık.
Gelmiş geçmiş en büyük federasyon başkanına, gelmiş geçmiş en büyük golcü yakışır; versin beş on milyon dolar milli takıma transfer etsin. Fethullah Hoca’dan da hayır dua alır Sayın Ulusoy.