Fedai Ünal

Fedai Ünal

fedonunal@gmail.com

Tüm Yazıları

Bi yere gidersin, birini görürsün.
Bi konu açılır, ilgini çeken bi kelime olur.
Sorarsın.
Bi de bakmışsın İzmir’in en uç noktaların birinde dönercidesin.
İşte böyle bir iş benimki de.
Çarşamba günü aynen böyle oldu Dönerci Kenan’a gitmem.
Oğlumun okulundaki randevu saati değişince Hatay Renklide ayakkabıcı dostum Uğur’a takıldım. Ayaküstü Güzel İzmir’in güzelliklerinden sözederken, laf arasında Eski İzmir Karabağlarda bir dönerci sohbeti oldu. Meraklandım. Kısıtlı bir zamanım olmasına rağmen navigasyona Zeyrek Petrolü girip, bastım “git” düğmesine.
Tabir yerindeyse, az gittik, uz gittik. Dere, tepe düz gittik vardık bi benzinciye. Sağa bak, sola bak, dönerci falan yok. Tam “Şehir efsanesi herhalde burası” diye düşünürken dostum, ağabeyim Seçkin benzincideki pompacıya sordu “Burda bi dönerci...” diyemeden “Şu tatlıcının yanı” cevabını aldı.

Haberin Devamı

Tabelası yok!

Karşıya geçtik, dükkanın önüne geldik, şaşkınlığımız bir kat daha arttı. Dükkanın önünde, sağında solunda tabela yok!
Fakat küçük, salaş dükkanda değil içeriye adım atacak yer, kafanı sokup bakacak yer de yok!
Seçkin abiyle şaşkın şaşkın baktık birbirimize. Vaktimiz sınırlı olmasına rağmen “Risk yoksa, lezzette yoktur” diyerek attık kendimizi içeriye. Girer girmez Kenan Ustanın (Opsar) misler gibi et döneriyle yüz yüze geldik.
Daha merhaba diyemeden “Abi kaç kişiyiz, siparişi alayım” dedi birisi. Tabakta iki döner siparişi verirken, siparişi alan arkadaş sakin ve kibar bi ses tonuyla “Abi minimum yarım saat bekleteceğim sizi” deyince “Vay arkadaş nereye geldik biz?” diye düşündüm. Seçkin abiyle oturup biraz restoran dedikodusu yaptık. Sonra nasıl olsa dönerin gelmesine daha çok var deyip Kenan Usta döner keserken hem üç beş kare fotoğraf çekerim, hem de nedir bu işin sırrı sorarım diye onca yoğunluğun arasına sıkıştırdım kendimi.
Daha kolay gelsin diyemeden de, ustanın elinden küçük bi lavaşa sarılmış et döneri kaptım.
Kapısında tabelası bile olmayan bir mekan burası.
Kenan Usta aslında bir kasap. Aynı zamanda celep. Dönercinin yanında bir de kasap dükkanı var.

Haberin Devamı

Dönerimiz İzmirli…

Usta’ya, “Nasıl öğrendin işi, kimden el aldın?” diye soruyorum. Diyor ki, “Abi karışık bi hikaye bizimkisi. Ben bu döneri güzel yaparım diye girdim işe. Daha önce elime bıçak almamıştım, döner nasıl kesilir bilmezdim yani. Ama öğrendim.”
“Peki, tarzı ne bu dönerin, nerenin döneri bu?” diyorum. “Ben İzmirliyim, yaptığım döner de İzmirli. Kullandığımız etin tamamı yerli, yani o da İzmirli. Yani şuranın, buranın döneri değil bizimkisi, İzmir döneri diyebiliriz” diye yanıtlıyor.
“Toplamda 20 yıllık dönerciyiz biz. Bundan 10 yıl önce 3-4 yıl bir ara verdik sonra tekrar başladık. Yeniden başlamamızın üzerinden 10 yıl geçti” diye de ekliyor.
Usta hem döner kesiyor hem de benimle konuşuyor. Sohbet sürerken “Fedon!” diye sesleniyor biri. Anlıyorum ki biz Kenan Ustayla sohbet ederken döner masaya gelmiş. Hemen yerimi alıyorum. Lavaş ve maydanozlu sumak eşliğinde servis ediliyor döner. Eğer isterseniz ekmek arası ve dürümde yapıyorlar.
Tabağımdan önce, sade bir lokma alıyorum. İlk lokmada kararımı veriyorum. Beklediğimize değmiş. Önümüze gelen tabak hem gözü hem de karnımızı doyuran cinsten. Bu arada dönerin odun ateşinde değil, tüplü döner ocağında piştiğini söylemeliyim. Fakat lezzetin döneri tadınca lezzetin sadece odun ateşinde saklı olmadığını da eklemeliyim. Hakkıyla yapılmış, kıvamında pişirilmiş bir döner yiyeceğinizden emin olabilirsiniz. Bence tek kusuru ki ben pek önemsemem ama bilginiz olması açısından uyarmakta fayda görüyorum, servis beklentinizi karşılamayabilir. Ama lezzet onun üzerini örtüyor.
Sözün özü; Lezzet dediğiniz şey her zaman ille koca koca tabelalarda, şaşalı dükkanlarda olmaz. Lezzet işini hakkıyla, usulünce yapan yerlerde olur.
Bravo Dönerci Kenan, güzel dönerdi, ellerine sağlık…
Tel: 0232 272 00 88

Haberin Devamı

Ben olsam...

Seyyar araçlara standart getirirdim!
Bildiğim kadarı ile Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, içinde yiyecek yapılacak, bu iş için özel yapılmış araçlara ruhsat veriyor. Ancak belediyeler bu ruhsatı tanımadıkları için ilgili araçlara satış yaptırmıyorlar.
Yani çetrefilli bir iş anlayacağınız. Belediyelerin buna neden karşı çıktığını bilmiyorum. Belki de sabit dükkanları korumak maksatlı, bakanlık ruhsatlı seyyar araçlara izin vermiyorlardır.
Ben olsam, bu araçları baştan aşağı tanımlar, marka, model, kullanım amacı, şekli, şemaline göre bir standarda kavuştururdum. Sonra da sabit esnafı etkilemeyecek bir güzergah belirler, gerekirse bulundukları yerde kalacakları saate kadar ayarlardım. Bunun örneklerini yurtdışında sık görüyoruz. Böylelikle hem zaten varolan bu seyyarları vergi mükellefi yapar, hem de bu güzel sokak lezzetlerini standart ve şık görünümlü hale getirirdim. Ben olsam yapardım…