Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Eski Menekşe Sineması’ndan dönüştürülmüş Ekin Tiyatro’nun küçük sahnesine 1960’lar düşüyor...
Sahneye vuran gazete manşetleri izleyenlerin çoğunu gençliklerine götürüyor:
- ABD Büyükelçisi Komer’in arabası yakıldı...
- ODTÜ 15 Şubat’a kadar tatil edildi...
- SBF’de boykot kararı alındı...
- Öğrenciler gözaltında...
- Neriman Köksal CHP’li olduğunu açıkladı
- Ecevit öğrencileri ziyaret etti...
- Demirel, öğrencileri sükunete davet etti...
Ve...
"Bağımsız Türkiye" sloganları...
Parkalı üniversite gençliği...
Tiyatro salonunda gözyaşı dinmiyor...
Kimi o günlere, kimi "Bağımsız Türkiye" sloganına, kimi de, "artık bırakıyorum" diyen Bülent Ecevit’e ağlıyor...
Sahnede Yıldırım Beyazıt Endüstri Meslek Lisesi’nin yetenekli öğrencileri. Ön sırada Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit...
"Pülümür’de Aşk" oyununu izliyoruz...
Oyunun yazarı Rahşan Hanım, en az sahnedeki gençler kadar heyecanlı. Sahnede belirdikçe oyunun kahramanlarını Bülent Bey’e tanıtıyor. Oyun, Komer’in arabasının ODTÜ’de yakıldığı günlerde geçiyor. Düzeni değiştirmek isteyen devrimci genç, toprak ağası baba, devrimci sevgilisi, sevgilinin babası aydınlık yüzlü Atatürkçü öğretmen, parasıyla milletvekili olmuş amca, romantizmden komünizme kadar yabancı her sözcüğü suç unsuru diye tutanağa geçiren polis, Pülümür’lü hamal... Her birinin penceresinden bir başka Türkiye dinliyoruz...
Salon devrimci gençlerden, Atatürkçü öğretmenden yana...
Faruk, "toprak işleyenin, su kullananın" diye sahneyi inletince, salon da alkıştan inliyor. İkinci büyük alkış "Huma Kuşu" türküsüne geliyor. Salona 1960’ların, 1970’lerin "Tam Bağımsız Türkiye" özlemi çökmüş, herkes türkü mırıldanıyor...
Perde kapandığında, oyun yazarı Rahşan Hanım’ı ilk kutlayan Bülent Ecevit oluyor: Tebrik ederim Rahşan, diyor. Herhalde hakkım vardır, diyerek eşini öpüyor.
Ecevit’e soruyoruz:
- Oyunu nasıl buldunuz?
- Çok beğendim. Bütün kesimler arasında iyi bir denge kurmuş Rahşan. En çok da Allah tarifini beğendim.
Oyunda, Allah’a pek inanmayan devrimci genç Faruk’a sevgilisinin annesi Seher Hanım şöyle tarif ediyor Allah’ı:
- Kitaplarınızda insan bedenini en ince teferruatına kadar gösteren resimler vardır. Böylesine ince bir yapı nasıl oluşmuş, kim oluşturmuş, hiç düşünmedin mi? Bu kitaplarda en önemsiz organımız kalp olarak görünür. Ama bence o kitapların büyük bir kusuru var. Kalbi bir nesne olarak tarif ederler. Oysa onun içine sevgi koyulmuş, ona yürek denmiş, bundan hiç söz edilmez. Ben senin kalbinin kuru bir kalp olduğuna inanmıyorum Faruk. Senin yüreğin var. Bundan eminim. Onun içindir ki insanların çektiği acıyı duyuyorsun, anlıyorsun, onlar için üzülüyorsun, isyan ediyorsun. Bu, yüreğinin içindeki sevgi yüzündendir. O sevgi Allah’tır. Sen etrafına hep gören gözlerle bakarsın. Yalnız insanları değil, çiçekleri, otları, ağaçları, tarlaları, ekinleri, onların o güzelliklerini, inceliklerini hayranlıkla seyredersin. Sen onlarda Allah’ı görüyorsun ama farkında değilsin.
Ecevitler bu duygularla tiyatrodan alkışlar arasında ayrılıyor. Rahşan Hanım, seçimden sonra ikinci oyununu bitirme sözü veriyor...