Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Medeni Yasa Tasarısı tartışılıyor. Son olarak Ali Kırca'nın siyaset Meydanı'nda enine boyuna ele alındı. Tartışmalara ünlü hocalar da katıldı.
Tasarıyı hazırlayan Komisyon'un Başkanı, Prof. Dr. Turgut Akıntürk tasarının püf noktalarını açıkladı ve yasalaşması halinde medeni hukuk alanında bir "reform" gerçekleşeceğini vurguladı. Akıntürk Hoca, reformun iki temelini tasarıya hakim olan "eşitlik" anlayışı ve mal rejiminin oluşturduğunu da kaydetti.
Ailede kadın - erkek eşitliğinin en önemli göstergelerinden biri olarak, mevcut yasadaki, "ailenin reisi erkektir ve eş ve çocukların iaşesinden sorumludur" biçiminde özetlenecek hükmünün kaldırılması ve "reislik" kurumu yerine "birlikte temsil" yaklaşımının getirilmesi gösterildi.
Mal rejimi konusunda ise, "mal ayrılığı", "mal birliği", "paylaşımlı mal birliği" gibi rejimlerden söz edildi. Tasarının yasalaşması halinde evli olanların altı ay içinde hangi mal rejimini seçtiklerini noter kanalıyla belirlemeleri gerektiğini, bunu yapmayanların ise tasarıda öngörülen mal birliği rejimine tabi olacakları açıklandı. Mevcut sistemde "fatura kiminse mal onundur" anlayışına dayalı mal ayrılığı rejimi yerine, tasarının yasalaşması halinde evlilik birliğinden sonra edinilmiş malların yarı yarıya bölüşülmesi uygulamasının geleceği belirtildi. Tartışmalar bu iki nokta üzerinde yoğunlaştı.
Önce "reislik" sorunu...
Tasarının, ailenin reisinin erkek olduğu biçimindeki mevcut hükmü kaldırması ve birlikte temsil anlayışını getirmesi genel olarak destek gördü. Buna itirazlar ise, erkeğin reislik sıfatı taşımasının aynı zamanda eş ve çocukların iaşesi sorumluluğunu da doğurduğu, bu nedenle bunun kaldırılmasının eş ve çocuklar için bir güvencenin kaldırılması anlamına geleceği noktasından yapıldı. Erkek reislikten kurtulursa, aileyi geçindirmek sorumluluğundan da kurtulur, eleştirisi yapıldı.
Başından söylemek gerekir ki, reislik kurumunun kaldırılması "medeni" bir adımdır. Kadın ve çocuklar aleyhine sonuç doğuracağı yaklaşımı ise istisna haller için geçerli olabilir. Evlilik birliğinin, "kavga ve boşanma" amacıyla yapılmadığı dikkate alınırsa, babanın, "madem ben reis değilim eş ve çocuklarımı da geçindirme zorunluluğum" yok anlayışıyla hareket etmesi ve bunu yeni Medeni Yasa'nın kendine tanıdığı bir olanak biçiminde görmesi genel bir davranış kalıbı olarak görülemez.
Aynı şekilde kadının, "artık evin reisi erkek değil, bize bakmaz, bari ben çalışacağım, yeni yasa bana bu yükümlülüğü getiriyor" ölçüsüyle çalışmaya yönelmesi de genel bir davanış kalıbı olarak düşünülemez.
Reislik kurumunun kaldırılması, mevcut Medeni Yasa'ya hakim görünen erkek yaklaşımının kaldırılması yolunda atılmış önemli bir adımdır. Mevcut yasanın bu yaklaşımının tersinden de kadınlar için bazı güvenceler getirdiğini, dolayısıyla bunların ortadan kalkacağını öne sürerek, reislik kurumunun devamını savunmak "medeni" bir yaklaşım değildir.
Her iki alanda da ekonominin hukuktan daha belirleyici olduğunu söylemek de mümkündür.
Toplum katmanları ayrı ayrı düşünülürse...
Kentte yaşayan orta ve yüksek öğrenimli ailede kadının da, erkeğin de çalışması yaygın bir durumdur. Özellikle bu durum ücretli kesim için geçerlidir. Hem ekonomik koşullar hem de öğrenim düzeyinin doğal bir sonucudur bu. "Ev kadınlığı hizmetleri"ni böyle bir ortamda sadece "çalışmayan kadına özgü" gibi görmek de yanlıştır. Kentte çalışan kadın yaygın olarak çalışmayan kadınla aynı ev işlerini de yapmaktadır. Öğrenimleri, aileye sağladıkları gelir, sosyal statüleri eşit olan eşler arasında, ekonomi ve sosyolojinin sağladığı eşitliği, "reislik" payesi veren hukukla fiilen değiştirmek zaten çok zordur. Bunun tersi de geçerlidir. Eşler arasında öğrenim, gelir, sosyal statü açısından uçurumlar varsa, kadın ve erkeğin uçurumun neresinde olduğu "reis" olup olmadığını belirler çoğunlukla, siz hukuken "reis"siniz veya değilsiniz deseniz bile. Ekonomi ve sosyoloji durumu hukuktan önce belirlemiştir, zaten.
Kentteki köylü kesime bakalım... Hem kırsal kültürün kurallarını uygulamaya çalışan ama hem de kadının çalışmak zorunda olduğu bir konumdadır, kentteki köylüler. Hatta bu ailelerde "evlere gitmek" biçiminde yeni bir "meslek" edinen köy kökenli kadınlar yaygın biçimde kocalarından daha çok gelir elde edebilmekte, daha sürekli ve güvenli bir çalışma ortamına sahip olabilmektedirler. Bu durum, işsizliğin yaygın olduğu ortamda, kahvehaneye daha kolay gidebilme ve işsizliği daha rahat sindirme, hatta sürdürme olanağı tanımaktadır. Ama sosyal güvence, faturalı mal edinme, ev geçindirme konusunda bu biçimde çalışan kadın kırsal kültür nedeniyle haklarına sahip olamamaktadır.
Köydeki kadının "ev kadını", erkeğin de "evi geçindiren" kişi olduğunu da bir çırpıda söylemek zordur. Birçok kırsal bölgemizde kadının tarladaki emeği erkekten az olmadığı gibi ev işleri de onu alacaklı kılar.
Toplumun her kesimi için örnekleri çoğaltmak mümkündür...
Bu nedenle genel ilkeleri çok kolayca her durumu kapsayacak biçimde düzenlemek ve her duruma uygulamak her zaman hukuki ve fiili eşitliği ve adaleti getirmeyebilir.
Bu nedenle belki her aileyi kendine özgü koşullarıyla değerlendirip, yargıçlara ve uzman desteğiyle geniş takdir hakkı tanımak uygulama açısından daha yararlı olabilir.