Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

MİT-PKK görüşmesine ilişkin kayıtların yayımlanması sürecin değişik yönleriyle sorgulanmasını gerektiriyor.
Yanıt aranması gereken temel soru, “Oslo süreci” diyebileceğimiz müzakere sürecinden, silahlı mücadeleyi önceleyen 90’ların havasına nasıl gelindiğidir.
Başbakan Tayyip Erdoğan, Tunus yolunda, “Artık Habur anlayışı bitti, hoşgörü ve anlayış beklemesinler” diyerek, Oslo sürecinin kesildiğini de ilan etmiş oldu.
Görüşmelerin kesilmesine ve Başbakan’ın sertleşmesine neden olan faktörlerin bilinmesi önümüzdeki dönem açısından da önem taşıyor.

Açılım ve Habur
Erdoğan’ın 2009’da başlattığı ve kararlılıkla arkasında durduğu açılım sürecinin, PKK’nın eylemsizlik kararının, seçim sonrasına ertelenen vaat imalarının, yeni anayasa vaadinin; bütün bu gelişmelerin Oslo’da PKK’yla başlatılan görüşmelerle ilgili olduğu bugün ortaya çıktı.
Açılım sürecini sekteye uğratan kuşku yok ki Habur girişiydi. Oslo görüşmelerinin bir sonucu olduğu anlaşılan Habur olayının PKK cephesi tarafından iyi yönetilmediği de, yansıtılan “zafer” görüntülerinin, açılımda fren yapılmasıyla sonuçlandığı biliniyor. Nitekim yayımlanan kayıtlarda devlet tarafı -hukukun da ihlal edildiğini vurgulayarak- bunu açıkça söylüyor.
MİT’le PKK arasındaki görüşmelerin Habur krizine rağmen devam ettiği de ortaya çıkan bir başka gerçek. Tam anlamıyla Öcalan’ın yol haritası üzerinde müzakereye geçilecekken, görüşmelerin kesilmesi, havanın yeniden 90’lara dönmesi, PKK’nın kırda-kentte terör estirmeye başlaması, nedendir ? Ne olmuştur da, PKK teröre sarılmış, Başbakan Erdoğan da hava harekâtı arkasından kara harekâtı hazırlıklarına başlamış ve “bizden bundan sonra iyi niyet beklemesinler” demiştir?

Savaş isteyen kim?
Oslo kayıtlarına baktıktan sonra sorulması gereken bir diğer soru da savaş isteyen tarafın hangi taraf olduğudur. Seçim kampanyası ve sonrasında BDP sözcülerinin ve Kandil’in bütün beyanları, hükümetin barış değil savaş istediği yönünde olmuştur. Devletin hiçbir şekilde silah dışında bir yol aramadığı, “imha ve inkâr” politikası sürdürdüğü bu cephenin en önemli iddiasıydı.
Ancak Oslo görüşmelerinin bir yönü de, hükümetin, PKK ve BDP’nin göstermek istediği gibi bir tutum içinde olmadığını kanıtlamasıdır. PKK ile 5 kez buluşan ve 5. görüşmede, “buyrun müzakere edelim” diyen taraf, hükümet-devlet tarafı olduğuna göre PKK-BDP cephesinin bu tezi çürümüş durumdadır.
Yeni aynı kayıtlarda hükümetin Adalet Bakanlığı bünyesinde bir hukuki çalışma yaptırdığı, bazı bakanları görevlendirdiği bilgisi de var. Yeni anayasanın tartışıldığı günlerde bu yönlü bir çalışma yürütülmesi, hükümet-devlet cephesinden hiç adım atılmadığı, iyi niyet gösterilmediği, savaşın arzu edildiği iddiasını da boşa çıkarmaktadır.
Kayıtları sızdıranlar, hükümeti zor duruma sokmayı hesaplarken, PKK ve özellikle de BDP’nin de zor duruma gireceğini, tezlerinin boşa çıkacağını hesaplayamamışlardır.

Nihai etki
Oslo kayıtlarının yayımlanması bu sorular gibi birçok soruya ve tartışmaya neden olacaktır. Ancak, kayıtların nihai etkisi, PKK ile masaya oturma, görüşme, müzakereye geçme gibi “olmaz” denilenlerin olduğunu ve böylece bir eşiğin aşıldığını gösteriyor.
Bundan sonrası için “masaya oturma, müzakere” konusunda hükümet-devlet tarafının “masaya oturulmadı, müzakere yapılmadı, oturulmaz, yapılmaz” deme şansı olmayacağı gibi, PKK-BDP cephesinin de “bizimle görüşülmüyor, muhatap alınmıyoruz, sadece savaş istiyorlar” deme şansı da kalmamıştır.
Başbakan Erdoğan veya ilgili bir bakan, Oslo sürecinden, terörün tırmanması ve silahlı mücadelenin öne çıkması noktasına nasıl gelindiği konusuna açıklık getirirse hem PKK-BDP iddiaları yanıtlanmış hem kamuoyunun olayı doğru algılaması sağlanmış olur.