Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Cumhurbaşkanı Sezer, veto ettiği DGM yasasını, Meclis yeniden kabul edince imzalamak zorunda kaldı.
Cumhurbaşkanları, genellikle veto ettikleri yasayı imzalamak zorunda kaldıkları zaman aynı anda Anayasa Mahkemesi'ne iptal davası açarlar. Sezer, DGM'lerin görev alanını değiştiren yasayı imzaladığı anda Anayasa Mahkemesi'ne başvurmadı. Ancak bu başvurmayacağı anlamına gelmez. Daha sonra da başvurabilir. Şimdilik Cumhurbaşkanı'nın bu konudaki kararı bilinmiyor.
Cumhurbaşkanı Sezer'in veto gerekçesi yasanın Anayasa'ya aykırılığından çok kamu vicdanını rahatsız edecek sonuçlar doğurması olasılığına dayandırılmıştı.
Demokratik hukuk kurallarına bağlılığıyla tanınan Sezer'in olağanüstü mahkemeler olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nden yana olduğunu söylemek zordur.
Sezer, veto kararıyla DGM'leri savunuyormuş gibi bir konumda kaldı. Ancak, Sezer'in olağanüstü mahkemeleri savunmaktan çok, değişikliğin şu anda yargılanmakta olan ve bankalarının içlerini boşaltmakla suçlanan kişilerin lehine sonuçlar yaratmasından kaygı duyduğu söylenebilir. Böyle bir sonucun yolsuzluklarla mücadele konusunda çok duyarlı olan halkı rahatsız edeceğini düşündüğü ve buna göre hareket ettiği açıktır.
Bu nedenle DGM'ler konusunda bir çelişki içinde gibi görülebilir.
Bir başka çelişki ise hükümet açısından daha belirgindir.
Yolsuzluklarla mücadele konusunda son dönemlerde önemli bir mesafe alan, bugüne kadar dokunulmamış kişi ve kurumlara dokunan, banka boşaltanları cezaevine gönderen, çorap söküğü gibi birçok yolsuzluğu ortaya çıkaran bu hükümettir. Bu hükümetin en çok övündüğü konudur. Ancak, aynı hükümet şimdi bu yasa değişikliği ile bir süre önce yargı önüne çıkardığı ve çoğu cezaevinde olan kişileri serbest bırakmayı veya tutuksuz yargılanmalarını sağlamayı amaçlıyorsa, bu da ciddi bir çelişkidir. Bu, hükümet hanesine yazılabilecek yolsuzluklarla mücadele puanını sıfırlayacak bir sonuç doğuracaktır.
Eğer bu hükümet için yolsuzlukla mücadele önemliyse, yıllarca korunmuş, kollanmış kişilerin banka soymalarının hesabını sormak önemliyse, çeteleri ortaya çıkartıp yargıya teslim etmek önemliyse, bu tür kişiler lehine hukuki düzenlemeler yapması kendisiyle çelişmekten başka anlam taşımaz.
Bu düzenlemede savunulabilecek tek yön, kuruyu yaşı ayırmadan herkesi kelepçeleyen ve her memuru hırsız gibi gören zihniyetin bürokraside kilitlenmiş olan işleri açabilecek olmasıdır. Dürüst memura imza atma cesareti verecek olmasıdır.
Tabii ki, hırsızlık yapmış, devleti soymuş, bankasını boşaltmış, paraları yurtdışına kaçırmış kişilerin - kim olurlarsa olsunlar - ellerini kollarını sallayarak çıkıp gitmelerine olanak tanıyacaksa, bu asla kabul edilemez.
Son olarak şunu da vurgulamak gerekir ki, DGM kapsamından çıkarılacak davalara bakacak olan ağır ceza mahkemelerini de töhmet altında bırakmamak gerekir. Ağır ceza yargıçlarına bir güvensizlik yöneltmek de yanlış olur. Yılların deneyimi ve birikimi ile görev yapan ağır ceza yargıçları da hukukun gereğini yapacak, sabit görülen suça gereken cezayı verecek hukukçulardır. Bu nedenle davaların ağır ceza mahkemelerine verilmesi, bu kişilerin suçsuz sayılacakları anlamına gelmez.
Bu tür davaların yargının ağır işlemesi nedeniyle ve bazı hallerde biraz da zorlamayla DGM'lere gönderildiği de bir gerçektir. Denetim organları, emniyet güçleri ve savcıların 4422 sayılı Organize Suçlarla Mücadele Yasası'nın olanaklarından yararlanmak ve yargı sürecini kısaltmak açısından olayların çoğunu bu kapsamda yorumlama eğilimi gösterdikleri bilinmektedir.
Ancak bu sorunu çözmenin yolu ne sanıkları biraz zorlayarak DGM'ye göndermek ne de DGM kapsamından çıkartarak ağır işleyen yargı sürecine bırakmaktır.
Yolsuzlukla mücadelenin hem ekonomik, hem sosyal, hem de ahlaki açıdan çok önem taşıdığı bu ortamda hızlı yargı da önemli bir gereksinmedir. Bu nedenle yolsuzluklara bakmak üzere uzmanlık mahkemeleri kurulması akla en yakın çözüm yoludur.