Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

1920’ler Paris’inde genç bir kız. Adı Lucia Joyce. Dünya edebiyatının dâhilerinden James Joyce’un kızı. Ailece, babasının hamilerinden aldıkları parayla kirasını ödedikleri bir evde oturuyor, yine o paralarla oldukça rahat bir yaşam sürüyorlar. Lucia’nın en büyük tutkusu dans. Sadece tutku değil, bir varoluş şekli. Dansla mutlu oluyor, dansla nefes alıyor, kendini dansla tanımlıyor. Üstelik oldukça da yetenekli. Gazetelerin sanat sayfalarındaki kritiklerde onu göklere çıkarıyor eleştirmenler. İlham perisi olduğu babasının buna bir itirazı yok ama ama annesi Nora Joyce şiddetle karşı çıkıyor dans etmesine. Hatta bunu bir tür düşüklük olarak ifade ediyor. Annesine rağmen her gün saatlerce dans ediyor Lucia. Bunun dışında ev işlerinde annesine yardım ediyor. Babasının sekretaryasını yürütüyor. Akşamları da onlarla Paris’in restoranlarındaki sıkıcı yemeklere katılıyor.

Haberin Devamı

James Joyce’un görme problemi olduğu için, şehrin entelektüelleri zaman zaman ona yardım ediyorlar. Yazılarını temize çekiyorlar, kitap okuyorlar. Bunlardan biri de Samuel Beckett. Lucia ilk görüşte âşık oluyor Beckett’e. Dansın yanına bir de Beckett ekleniyor, onu hayata bağlayanlar listesinde. Kısa sohbetleri, uzun buluşmalara, küçük dokunuşları, birbirlerinin bedenlerini keşfe uzanıyor. Lucia deliler gibi âşık. Bayan Beckett olmanın hayalini kuruyor. Çünkü Bayan Beckett olmak, sevdiği adamla birlikte bir ömür sürmek kadar Lucia’nın özgürce dans etmesi de demek. Kadınların, anne-baba baskısından evlilikle kurtulmayı hayal etmeleri tarih kadar eski belki de. Ne var ki umduğu gibi olmuyor Lucia’nın, Godot gelmiyor yine... Bir de kalbini kırıyor ki o çok hayran olduğu(muz) Samuel Beckett, öyle böyle değil. Beckett’ten sonra yeni bir iki sevgilisi daha oluyor Lucia’nın. Onlar da başka hayal kırıklıklarını beraberinde getiriyor. Babasının yurt dışı seyahatlerinde aileye eşlik etmesi gerektiğinden dans dersleri de aksıyor. Gücü yettiğince ayakta durmaya, var olmaya çalışıyor ama ne fayda... Hayatı yokuş aşağı yuvarlanmaya başlıyor.

Haberin Devamı

Anlattığım hikâye ‘Joyce’un Kızı’ adıyla Hep Kitap’tan çıkan Annabel Abbs’in romanının kısa bir özeti. Son dönemlerde okuduğum en etkileyici romanlardan biri. Özgürlüğünün peşinde koşarken, dünyaca ünlü bir babanın, cahil bir annenin, içten pazarlıklı bir abinin egoları altında ezilen bir kadının hikâyesini anlatıyor. Kadının varoluş mücadelesinde yaşadığı zorlukların bedelini aklıyla ödemesinin de hikâyesi olan roman, Lucia’nın Jung’la yaptığı psikanaliz sahneleriyle de dikkat çekiyor. İnsan psikolojisinin girdaplarında dolaştırıyor. Suçluluk duygusunu öyle vurucu hikâyelerle veriyor ki kanı donuyor insanın. Bu arada James Joyce’a kırılıyorsunuz biraz. Samuel Beckett’e öfkeleniyorsunuz. Erkek bencilliğinin klasikleşmiş yüzünü de deneyimliyorsunuz özetle.

Konusunun ilginçliği kadar, sürükleyici anlatımıyla da göz dolduruyor ‘Joyce’un Kızı’. Lucia’nın anıları üzerinden ilerleyen psikanaliz seansları şeklinde kurgulanmış. Oldukça zor bir yol izlemiş ama başarılı bir finalle sona eriyor.

Haberin Devamı

Geçen yıl başımıza gelen en iyi şeylerden biriydi Hep Kitap’ın kurulması. Art arda birbirinden güzel kitaplar çıkardı yayınevi. ‘Joyce’un Kızı’ bunlardan sadece biri. Gelecek yeni güzel kitapların da habercisi. Yolu açık olsun.