Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bundan 10 gün önce İletişim Yayınları’ndan Asu Maro’nun Tuğrul Eryılmaz ile yaptığı nehir söyleşi kitabı çıktı: ‘68’li ve Gazeteci’. Kitapta Eryılmaz’ın Diyarbakır’daki çocukluğundan gençlik yıllarına uzanıyor, 68’li olmayı öğreniyor ve usta gazetecinin mesleki deneyimlerini okuyoruz.

Yıl 2001, Milliyet Sanat dergisinde kadrosuz editör olarak çalışıyorum. Kadrosuz editör olur mu? O zamanlar oluyordu. Tarihe geçen, Milliyet’teki en büyük tensikat dönemi... Dergide ikisi kadrolu, 11 kişiyiz. Yönetim kadrosunun tamamı işten çıkarılmış. Yeni genel yayın yönetmenimiz Tuğrul Eryılmaz ile tanıştık. Çalışmaya başladık birlikte. Birkaç gün sonra haber geldi. Milliyet’in o dönemki genel yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz, “Milliyet Sanat’ta kadrolu olanlar kalsın, diğer hepsi gitsin!” demiş. Çantamı alıp çıkmadan evvel Tuğrul Bey’i aradım. Gideceğimizi haber vermek için. Üniversitede dersteydi. Durumu anlattım. “Bir yere ayrılmayın, geliyorum” dedi.

Haberin Devamı

Hayata dair... Hayat gibi...

‘Bana kendinizi anlatın’

İki saat sonra yanımızdaydı: “Mehmet Yılmaz ile konuştum, 5 kişilik bir kadroyla devam edeceğiz. İki kişi zaten kadrolu. Kalan dokuzunuzun arasından üç kişi seçeceğim. Hiçbirinizi tanımıyorum. Şimdi bana kendinizi, ne iş yaptığınızı, bu işe duyduğunuz ihtiyacı anlatın.” İnsanların hayat yükleri, çolukları, çocukları, ev kirası önemlidir Tuğrul Bey için. Herkes bir şeyler söyledi, o üç kişiden biri olmak adına. Sıra bana geldi. Hikâyem uzun, 8 yıldır gazetecilikle birlikte yürüttüğüm matematik öğretmenliğinden tam zamanlı gazetecilik yapmak için istifa etmişim. Bu iş için yanıp tutuşuyorum. Üstelik eski yönetimden kadro sözü de almışım, babam beyin kanaması geçirmiş, yarı felçli, evin ciddi sıkıntıları var. “Benim söyleyeceğim bir şey yok Tuğrul Bey” dedim. Kol kırılır, yen içinde kalır, öyle öğrenmişim. Kibir olarak da algılayabilirdi ama sezgisini kullanmayı tercih etti. Yüzüme baktı bir an ve sonra ödümü kopartacak şekilde bağırarak o davudi sesiyle “Olmazzzz” dedi: “Sen derginin editörüsün, kalıyorsun”. Ve Eryılmaz’la Milliyet Sanat dergisi genel yayın yönetmenliğini bana devredinceye dek birlikte çalışacağımız, üniversite saydığım yedi yıllık sürecimiz başlamış oldu.

Hayata dair... Hayat gibi...

Haberin Devamı

Afet-i devrana dönen yazı

İlk altı ay, Tuğrul Bey, ekranda ham bir yazıyı yayına hazırlarken, dizinin dibinden ayrılmadım. Başlık nasıl atılır, spot nasıl yazılır, ara başlıklar da çarpıcı olmalı, resim altı deyip geçme çok önemlidir, bu kadar uzun cümle olmaaaz!!! Bak üçe böldüm nasıl anlaşılır oldu... -Mektedir, -maktadır takısı ne Allah’ını seversen? Bilimsel makale mi bu? Geniş zamanın, şimdiki zamanın suyu mu çıkmış? O, böyle dergiye dışarıdan gelen, yayımlanacak yazılarla kavga ederken ben nefesimi tutup onu izlerdim, yazıyı nasıl edit ettiğini. Ham yazıyı alır, teknik bir makyajla, Türkçenin rayihasını kullanıp onu bir afet-i devrana çevirirdi. Muhabirliğin esaslarını bir önceki genel yayın yönetmenim Duygu Asena’dan öğrenmiştim, şimdi sözüm ona editördüm, ama Tuğrul Bey döneminde gerçekten editör oldum. Anlattıklarını aklıma, kâğıtlara yazdım. Sonra uygulamaya başladım. Bir yılın sonunda ekibi toplayıp fiili olarak yazı işleri müdürü görevini yaptığımı söyledi. İlkokuldan sonra yakama takılmış ikinci kırmızı kurdeledir, kalbimde iğnesiyle birlikte durur hâlâ.

Haberin Devamı

‘Tembelliğe asla tahammül edemem!’

İlk zamanlar Mehmet Yılmaz’a görünmeden çalışmamızı söylemişti Tuğrul Bey, niye bilmem, sinirini bozuyorduk herhalde. İki yıl içinde epeyce uğraşarak kadro ve maaş sahibi yapmakla kalmadı bizi Tuğrul Bey, iyi gazeteci olma konusundaki deneyimlerini bıkmadan, usanmadan aktardı. Hiç unutmadığım bir sözü: “Çocuklar, aptallığa bile bir nebze tahammül ederim ama tembelliğe asla”. Radikal İki ve Milliyet Sanat arasında mekik dokuyor, deli gibi çalışıyordu, deli gibi çalışıyorduk. İnsan ağzını her açtığında yeni bir şey öğretir mi hem de hiç didaktik olmadan? Tuğrul Bey öğretiyordu. Bazen bizi kahkahalarla güldürerek, bazen bizzat kendisi küplere binerek. Korkmuyorduk desem yalan olur ama şekersiz fakat samimi şefkati korkularımızı yatıştırıyordu.

Hayata dair... Hayat gibi...

İyi gazeteciliğin el kitabı

Bundan 10 gün önce İletişim Yayınları’ndan Asu Maro’nun Tuğrul Eryılmaz ile yaptığı nehir söyleşi kitabı çıktı: ‘68’li ve Gazeteci’. Kitapta Eryılmaz’ın Diyarbakır’daki çocukluğundan Mülkiye ve Londra yıllarına uzanıyor, 68’li olmayı, o kuşağın dostluklarını, siyasi duruşlarını, insani yanlarını öğreniyor; TRT, Nokta, Yeni Gündem, Sokak, Radikal İki ve Milliyet Sanat’ı hazırlayan usta gazetecinin mesleki deneyimlerini okuyoruz. Bir nevi ‘68’li ve iyi gazeteci olmanın el kitabını. Hakkaniyetli olmanın, güçsüzü korumanın. Baktın olmuyor, çekip gidebilmenin. Hep yeniden başlamanın, hiç yılmamanın. Ve bir de baba olmanın. Mücadelelerle geçmiş 70 yıllık bir ömür. Üniversitelerin gazetecilik bölümlerine ders kitabı olabilecek, insan hikâyeleriyle zenginleşmenin tadını bilen okura ilaç gibi gelecek nefis bir kitap.

Hayata dair... Hayat gibi...

Akışta kusursuz bir matematik

Kitabı hazırlayan Asu Maro’ya gelirsek... Tuğrul Eryılmaz Gazetecilik Okulu’ndan sınıf arkadaşım olur kendisi: Milliyet gazetesi yazarı, Milliyet Sanat dergisi yayın koordinatörü. On yıldır yakın mesafe çalışıyoruz Asu’yla. Kalemi lezzet küpüdür. Sağlam bir gazeteci, sağlam bir kadındır. Bizim kuşakta basının başına gelen en iyi ilk üç röportajcıdan biridir. Kitabın, Asu’nun kanaviçe gibi işlediği, her deseni göz alan bir kurgusu var. Metrelerce uzanan sorular sorup kendini gösterme telaşı yok, ajitasyon yok, sıkıştıran sorulardan kaçınma yok. Akışta lezzetini son satırına kadar koruyan kusursuz bir matematik. Meslek hayatımda çok nehir söyleşi okudum, arkadaş kayırmayacak kadar da profesyonelim, bu kadar iyisini, bu kadar eğlencelisini, hüzünlüsünü, hayata dair olanını görmedim. Hayata dair. Hayat gibi. Tuğrul Eryılmaz gibi.