Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Doğan Kitap’ın yayımladığı Hernan Rivera Letelier’in ‘Film Anlatıcısı Kız’ adlı novellasını okudum bu hafta. Çok sevdim, çok etkilendim... Kitaptan Yekta Kopan’ın önümüzdeki hafta çıkacak Milliyet Kitap eki için yazdığı nefis yazıyı okuyunca haberdar oldum. Fark etmesem, okumasam çok üzülürdüm. Şahane bir novella. Yazarı Hernan Rivera Letelier 1950 doğumlu Şilili bir romancı. Çocukluğu Algorta adlı güherçile maden şehrinde geçmiş. 1994 ve 1996 yıllarında Şili Ulusal Kitap Ödülü’nü kazanmış. 2010 yılında İspanya’da Premio Alfaguara de Novela ödülünü almış. Edebi tarzını şöyle özetliyor: “Juan Rulfo’nun büyüsü, Gabriel Garcia Marquez’in mucizeleri, Cortazar’ın oyunbazlığı, Carlos Fuentes’in saflığı, Borges’in zekâsı.”
‘Film Anlatıcısı Kız’ adlı novellasının ana karakteri Maria Margarita. Bir maden kasabasında dört erkek kardeşiyle birlikte yaşıyor. İş kazası sonucu felç geçirip, tekerlekli sandalyeye mahkum olan bir de babaları var. Anne ise kazadan sonra evi terk etmiş. Maria’nın ailesinin en büyük eğlencesi film seyretmek. Ama maddi olanakları kısıtlı olduğu için haftada bir defa, bir kişi gidebiliyor sinemaya... Bu bir kişiyi seçmek için, babaları ‘filmi en iyi kim anlatacak yarışması’ düzenliyor. Beş kardeş de tek tek gittikleri filmleri anlatıyorlar dönüşte ve baba en iyi anlatanın Maria olduğuna karar veriyor. Böylelikle Maria evin resmi film anlatıcısı oluyor. Filmleri anlatırken kirpiklerini Marilyn Monroe gibi kırpmaya çalışıyor, Brigitte Bardot’nun şehvet uyandıran yüzünü taklit ediyor... Evde rol kesme çalışmaları yaparak kendisini yetiştiriyor. Dekorunu da hazırlıyor filmin ve kostümünü; İspanyol filmleri için yelpazeler, Meksika filmleri için devasa şapkalar, Çin kılıçları, Charlie Chaplin’in şapkası, bastonu, badem bıyığı...
Kısa süre içinde namı kasabaya yayılıyor. “Filmleri anlatan kız bu!” diyerek kasabalı birbirine gösteriyor Maria’yı... Bir akşam sinemadan eve döndüğünde evi tıklım tıklım buluyor. Duyan gelmiş kasabadan. O kadar popüler artık. Hatta bazıları, anlattığı filmin sinemada izlediğinden daha güzel olduğunu söylüyor.
Bir sinema dergisinden ünlü aktörlerin ve aktrislerin gerçek isimlerini kullanmadığını öğrenince kendine takma bir isim arıyor. Ve Hada Delcine’e karar veriyor; sinema perisi.
Derken oturma odaları bir sinema salonuna dönüşüyor. Anlatımın sonunda aldığı alkışlar onu her defasında daha iyi anlatmaya yöneltiyor. Şöhretinin giderek artması sonucu, kasabanın varlıklı kesimi evlerine film anlatmaya çağırıyor onu...
Daha on üçünde olan Maria gördüğü ilgiyi şöyle izah ediyor: “İşte o günlerde şunu fark ettim ki herkes kendisine hikâye anlatılmasından hoşlanıyor. İnsanlar bir anlığına gerçeklikten çıkmak ve filmlerin, radyo tiyatrolarının, romanların kurgusal dünyasını yaşamak istiyorlar.” Sahiden de öyle değil mi?
Ve bir gün, hiç beklenmedik bir şey oluyor, kasabaya televizyon geliyor. ‘60’lı yılların sonu... Bir pastaneye kurulan kasabanın tek televizyonu bütün halkın ilgisini çekiyor. Maria, her dönem sorulan o çok tanıdık soruyu soruyor: “Televizyon sinemayı öldürür mü?” Bu sorunun yanıtı ve “Son” yazısı çıkana kadar olup biten çarpıcı olaylar kitabın devamında.... Eminim çok seveceksiniz hikâyeler anlatan sinema perisini. Bu küçücük kitabın içinde yaratılmış koskocaman bir dünya var. Biraz dokunaklı ama çok insani, çok sıcak... “Okumasam üzülürdüm” demeniz benim gibi, işten değil...