Yazarlar Gülmeyen adam...

Gülmeyen adam...

06.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Gülmeyen adam...

Gülmeyen adam...


       Sokaktaki adam’ın, ezilmişlerin, hakkı hep yenilenlerin, yakışıklılığıyla güzel kızları baştan çıkaramayanların, servetiyle “mevki sahibi" olamayanların, pazıları, yumrukları ve çeşit çeşit silahlarıyla gücünü ortaya koyamayanların, kısacası olmak istediğini olamayanların beyazperdedeki “kahramanı", simgesiydi Kemal Sunal. Filmlerinin tekrar tekrar oynatılmasının ve çok hem de çok geniş bir kesimin ilgi ve sevgi odağı olmasının nedeni de buydu yanılmıyorsam...
       İnsan güzel, yakışıklı olmadan da en harika kızları tavlayabilirdi... İnsan fakir fukara da olsa kalplerde taht kurabilir, toplumda kendine yer edinebilirdi... “Salak" olsa da “akıllı" geçinenlere pabucunu ters giydirebilir; güçsüz donanımsız olsa da, en güçlülere, en yetkililere ve egemen güçlere meydan okuyabilirdi... İşte o şaşkınlığın, saflığın, ama aynı zamanda “iyiliğin", “dürüstlüğün", “altın kalpli" olmanın meydan okuyuşu, direnişi ve sonunda mutlak galip gelmesi mucizeler yarattı. Demek ki o bir umuttu...
       Beyazperdede bütün bunları yaparken sonsuz sevimliydi, Kemal Sunal.
       Oyunculuğu? Bilemiyorum... Önce tiyatroda izledim onu. Haldun Taner’in kurduğu Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda, sonra Ayfer Feray Tiyatrosu’nda. (İlk kez sahneye Kenter Tiyatrosu’nda “Fadik Kızöda çıkmıştı. Oyunu izlediğim halde o oyunda Kemal Sunal’ı anımsamıyorum). Sinemadaki eşsiz başarısı bence, Tanrı vergisi komik görünen bir yüzü ustalıkla kullanmayı bilmesindeydi...
       Tiyatro ve sinema dışındaki Kemal Sunal’ı çok kez görmek, onunla konuşmak, aynı masayı paylaşmak fırsatını buldum. Üstlendiği rollerin tam aksi bir kişiliği vardı. Hiç komik olmayan, gülmeyen adam... Dışa değil, içe dönük, hatta utangaç, çok az konuşan, ama her zaman saygılı, kendisine ve çevresine saygılı bir insan. Otuz yıl boyunca, çirkin, yakışıksız bir sözünü duymadım, tedirgin edici tek davranışını görmedim.
       Toprağı bol olsun. Onu çok özleyeceğiz. Son röportajında dediği gibi, filmleri onu ölümsüz kılacak.

       Vittorio Gassman
       Geçen hafta, İtalya ve dünya tiyatrosu büyük bir sanatçısını kaybetti. Vittorio Gassman’ı...
       Yıllar önceydi. Yanılmıyorsam 1982. Dünya Tiyatro festivallerinin şahı sayılan Avignon Festivali’ndeydim. Kentin orta yerindeki görkemli Papalar Sarayı’nda yerlerini almış üç bini aşkın izleyici nefesimizi tutmuş, onun sahneye çıkmasını bekliyorduk...
       Ünü, “Acı Pirinçöten “Kadın Kokusuöna sayısız filmle dünyaya yayılmış olabilirdi ama, dünyanın dört bir yanından Avignon’a gelmiş bizler için o, önce tiyatro oyuncusuydu.
       Papalar Sarayı’nın dev boyutlu sahnesinde neredeyse tek başınaydı. (Dört öğrencisi aksesuvar niteliğindeydi.) “Gassman Açık Artırmada" adlı bir oyun sunuyordu. Kafka’nın “Akademi Üyelerine" nutkuyla başladı. Hayır “rol yapmıyor", izleyici “tavlamaya" çalışmıyor yalnızca akademi üyelerine (yani biz seyircilere) neden insan olmak istemediğini, maymunluğu terk etmeyeceğini anlatıyordu. Ve karşısındaki üç bin kişiyi ikna ediyordu...
       Kafka’dan Shakespeare’e, Dante’ye, Çehov’a geçerken, İtalyanca, İngilizce, Fransızca, İspanyolca arasında dolaşıyordu. Hangi dili kullanıyorsa, sanki sesi yalnız o dili konuşmak için vardı. Üstelik tüm dilleri korkunç bir İtalyan aksanıyla konuşuyordu! Boris Vian’ın “Gebermek istiyorum" şiirini yorumladığında tüm izleyicilerini avucunun içine almıştı.
       Hangi rolü, hangi oyun kişisini canlandırıyorsa o oluyordu... Diyelim, Hamlet için bir peruk takıyor, sahnede makyajını yapıyor, Hamlet görünümüyle oynamaya başlıyor, derken “sıkılıp" peruğu meruğu atıyor, Gassman görüntüsüyle sürdürüyor oyunu... İnandırıcıydı. Sahiciydi. Bedeninin her zerresine hakimdi. Öğrencilerine “tiyatro dersi" verdiğinde akrobat kesiliyordu...
       Tam bir profesyoneldi. Yalnız sahneyi değil, seyirciyi de yönetiyordu. Seyirciden beklediği tepki gelmekte gecikirse, o tepkiyi sahnede kendi gerçekleştiriyor ve seyirciyi peşinden sürüklüyordu. Üç bin kişiyle teke tek özel ilişkiye giriyordu.
       Gösterinin sonunda “aranızda profesyonel oyuncu var mı?" diye sordu. Birkaç kişi çıktı. Her biri ne oynamak istiyorsa, onlara eşlik etti. En ilginci, Romeo’yu oynayan sanatçının karşısında Jüliet olmasıydı... Hazırcevaplığı, doğaçlama yeteneği, her duruma ayak uydurmak, her durumu kendi lehine çevirme yeteneği sonsuz güçlüydü.
       Dünya, büyük bir aktörünü kaybetti.

Yazara E-Posta: zoral@milliyet.com.tr