Geçen hafta yanıma ‘1Q84’ü alıp Bozburun’a kaçtım. 1200 sayfalık romanı bitirmekti amacım; yine olmadı... Aşk mı yoksa nefret mi duyduğumu anlayamadığım bu kitap, Murakami’ye Nobel getirecek en ‘kıymetli’ eserlerinden biri olarak görülüyor

Öncelikle şunu söyleyeyim: Yolculuk yapmaktan hoşlanmayanlar, Bozburun’un namına kanıp da kendilerini Dalaman Havaalanı’na atmasın. Nasıl ki buradan Kaş’a gitmek milyonlarca saat sürüyorsa, aynı şey Bozburun için de geçerli. Havaalanından 3 saatlik yol daha gidiyorsunuz. Sonrasında ‘cennetin ayaklara serildiği’ söylentisi gerçek oluyor ama cehennem daha kısa sürüyorsa, şahsen ben ondan almak isterdim!

Upuzun ama manzaralı bir yol
Yol arkadaşım ‘1Q84’ü daha önceki bir yazımda anlatmıştım. En az yol kadar uzun, zaman zaman da bunaltıcı bir kitap. Buna rağmen uzun yollar gibi, çok güzel bir tat bırakıyor geride. Hem bir an önce bitsin istiyorsunuz, hem de manzarayı kaçırmamak için gözünüzü yoldan ayıramıyorsunuz.
Kitabın yazarı Japon Huraki Murakami, ekimde açıklanacak Nobel Edebiyat Ödülü’nün en güçlü adayı. Her yıl Nobel bahislerinde öne çıkan Ladbrokes’a göre, Nobel alma olasılığı en yüksek isim. Ladbrokes, yazar için 1’e 10 bahis veriyor. Geçen yıl ödülü alan İsveçli şair Tomas Tranströmer ise, 2’ye 9 oranla listenin ikinci sırasında.

Klasik konu başlıkları
Murakami’nin Nobel alıp almaması gerektiği konusunda biraz karışığım. Yazarın neredeyse her romanında anlatmayı sürdürdüğü aynı şeyleri düşününce (kulak memesi fetişizmi, beklenmedik telefonlar, kediler, eski caz plakları, tren istasyonları, uzun uzun yemek pişirmeler, tuhaf cinsel ilişkiler, gece yarısı Tokyo manzaraları gibi...), hep aynı şeyi okuyor gibi oluyor insan. Örneğin, romanlarındaki ‘gerçek dünya’ algısı mutlaka bir yerde sarsılıyor. Öyle şeyler oluyor ki, zaman zaman kitabın kahramanı bile gerçekliğini yitiriyor. Her kitabında rastlayacağınız benzer meseleler, mizah dergilerine ve sitelerine bile konu oluyor zaman zaman.

Murakami’nin dünyası
Bir cümlede söyleyeceği şeyi, beş cümlede yazmayı seven Murakami’nin kitapları, genellikle aniden ve pek de enteresan bir şey olmadan biter. Bu yüzden okuyucuya, ‘sonunu düşünmeden yazdığı’ hissi verir. Buna rağmen bir kez Murakami okuyunca, diğer kitaplarını da edinmek istersiniz. Onun dünyasına girmekten, orada yaşamaktan vazgeçemezsiniz. Sonra da benim gibi düşünürsünüz, “Ben Murakami’yi seviyor muyum, sevmiyor muyum?” diye... Sorunun cevabını, ekimde ödülü kazandığında öğrenebileceğim. Ne hissedeceğimi şimdilik bilmiyorum. Bir yarım “Kazansın” diyor, “Kazansın çünkü bu hissi ondan başka kim verebilir?” Diğer yanım, “Nobel almasın” diyor, “Almasın; çünkü her okur iyi bir son okumayı hak eder.”

Haberin Devamı

HAFTANIN NOTLARI

Haberin Devamı

* Edebiyatla ilgisi olmayan Facebook arkadaşlarımdan tutun Eyüp Can’a kadar herkes, ‘Yedinci Gün’den söz ediyor bu ara. İhsan Oktay Anar’ın sevilip sayıldığını, her yeni eserinin heyecan yarattığını bilirdim de; bir tür ‘rock star’ olduğunu bu vesileyle keşfettim. Herkes okuyor okumasına ama kaç kişi okuduğunu anlıyor acaba? ‘Yedinci Gün’de o kadar çok eski sözcük kullanımı var ki, devamlı sözlüğe bakma gereği hissetmemek mümkün değil. Sözlüksüz okuyanlar o tadı nasıl alıyor, kitabı nasıl anlıyor; şaşırıyorum.

Haberin Devamı

* Yeni Metrobüs tarifesine bakınca, sudoku çözer gibi oluyorum. “1-3 durak için 1.60 TL, 4-9 durak için 2.40 TL, 10-15 durak için 2.50 TL...” Ve bu sistem 40+ durağa kadar uzayıp gidiyor. Anlayacağınız bundan böyle Metrobüs’e binen herkes çıkışta para iadesi alabilmek için kart okuyucuya gitmek isteyecek. Böylece kuyruklar iyice uzayacak.

* Okan Bayülgen, yeni sezonda şov programı yapmak yerine, bilgi yarışması sunacakmış. Hafta içi her gün yayınlanacak yarışmanın formatı ona aitmiş. Twitter’da yazdıklarına bakılırsa, durum karışık: “Yarışmamızı bizzat ‘formatlıyoruz’. ‘Büyük şehirde hayatta kalma rehberi’ gibi bir şey... Ağaçların adlarını bilmek gerekiyor... Ağaçların adlarını bilenler, ‘ağaçların adlarını bilenler kulübü’ne üye oluyor. ‘Rüzgarların adlarını bilenler külübü’ne girmek daha zor. Ama ‘Yaşadım ve hayatta kaldım’ diyebilmek için gerekli. Bu kutunun içinde para yok! Hayatın kendi bilgisini edinmek gerekiyor...” Bu açıklamalardan ben bir şey anlamış değilim. Ağaçlar kısmından sonra kopuyorum... Bayülgen tacıyla bir nesil daha yetiştirebilirdi. Keşke krallığını sürdürseydi...