Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Güneri CİVAOĞLU

30 Ağustos, bu toprakların makus talihini değiştiren Başkomutanlık Muharebesi Zaferi'nin 75. yıldönümüdür.
O nedenle, Zafer Bayramı olarak kutluyoruz.
30 Ağustos, milli mücadelede askeri döneminin sonudur.
Hilafet ile saltanatın birbirinden ayrılması, Cumhuriyet'in ilanı, hilafetin kaldırılışı, devletin laiklik ilkesine dayandırılışı, kilometre taşlarıyla çağdaşlığa yönelen ve hala süren dönemin başlangıç tarihidir.
Atatürk, her iki dönemin de önderidir.
Mustafa Kemal Atatürk, 15 - 20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan Cumhuriyet Halk Partisi II. Kurultayı'nda, 36 buçuk saat süren ve 6 günde okunan tarihi Nutuk'unda, 30 Ağustos'u da anlatmıştır.
Bazı paragraflarıyla yansıtalım:

"Ben, daha Haziran ortalarında taarruza karar vermiştim.
20 / 21 Ağustos 1922 gecesi, ordu komutanlarını da cephe karargahına çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanı'nı da yanımda bulundurarak taarruzun nasıl yapılacağını, harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladım.
Taarruzumuz, baskın halinde yürütülecekti. Yığınak ve hazırlıklar gizli kalacaktı. Bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi.
26 Ağustos sabahı, savaşı idare ettiğimiz Kocatepe'de hazır bulunuyorduk. Sabah 5.30'da topçu ateşimizle taarruz başladı.
Efendiler...
2 gün içinde düşmanın müstahkem cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini kuşattık. 30 Ağustos'ta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkomutanlık Muharebesi adı verilmiştir) düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun Başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi.
Kesin sonucu 5 günde almıştık.
31 Ağustos 1922 günü, ordularımız İzmir'e doğru ilerliyorlardı."

İstanbul'daki işgal kuvvetleri ve Yunanistan adına, Ankara'ya başvurulur. Ateşkes istenir.
Bakanlar Kurulu Başkanlığı aracılığıyla, Atatürk'ün verdiği cevap, onur anıtı gibidir:
"Anadolu'daki Yunan ordusu kesin olarak yenilgiye uğratılmıştır.
Anadolu için artık herhangi bir görüşmeye gerek kalmamıştır.
Ateşkes, ancak Trakya için söz konusu olabilir. Yunanistan ve İngiltere, 10 Eylül'e kadar başvurursa, şu şartlarla ateşkesi kabul edebiliriz.
1 - Trakya, 15 gün içinde 1914 sınırlarına kadar kayıtsız - şartsız, bize teslim edilecektir.
2 - Esirlerimiz, 15 gün içinde bize teslim edilecektir.
3 - Yunan devleti, ordularının 3 buçuk yıldan beri Anadolu'da yaptığı ve yapmakta olduğu tahribatı onarmayı şimdiden kabul edecektir."
Hasta adam
diye adlandırdıkları ve 2 yüzyıldır sürekli savaş mağlubu görmeye alıştıkları Osmanlı'yı, yüzyıllardır aşağılayan Avrupa'ya tokat gibi bir cevaptı, bu.
Batılı işgalciler, Mustafa Kemal'in şartlarını aynen kabul ederler.
9 Eylül 1922 için Atatürk, Kemalpaşa'da (o günkü adıyla Nif'te) randevu verir.
Atatürk, Nutuk'ta bu randevuyu; kesin galibin, mağluplara dönük kara mizahıyla anlatıyor:
"Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben, Kemalpaşa'da bulundum.
Fakat, görüşme isteyenler orada değildi.
Çünkü, ordularımız, İzmir Rıhtımı'nda, ilk verdiğim hedefe, Kemalpaşa'ya ulaşmış bulunuyorlardı."
Böylece... Askeri süngü döneminden sonra... Atatürk, barış masasında da, Türkiye'nin onurunu, bağımsızlığını kabul ettirdi.
O'nun yaktığı bağımsızlık meşalesi, dünyanın bütün mazlum uluslarına örnek oldu. Bağımsızlık alevleri, bütün esir uluslarda Avrupa'nın sömürge devletlerini yakan yangınlara dönüştü.

Ne hazindir ki...
Bu toprakları, düşman çizmesinden temizleyen...
Onurunu, namusunu, bağımsızlığını, kişiliğini anıtlaştıran Atatürk, karanlıklarda kalmayı yeğleyen yarasalar tarafından hiçbir zaman benimsenmedi.
Sağlığında O'nun bedenine, ölümünden sonra ise, heykellerine, resimlerine, eserlerine, devrimlerine, ilkelerine saldırılar sürdü.
Dün, 30 Ağustos'un 75. yıldönümünde, hala çember sakallarıyla, kara örtüleriyle sokaklardaydılar. Atatürk'ün ilkelerine karşı saldırılarını gene sürdürdüler.
Ama...
Türkiye, çağdaşlaşma yolunda yürüyüşünü sürdürüyor.
Bunu önleyemeyecekler.
Tıpkı...
30 Ağustos öncesi "Ordunun gücü yok. Yeniliriz" diye önleyemedikleri gibi, büyük askeri zaferin sonrasında başlayan hilafetle saltanatın ayrılmasını, Cumhuriyet'in ilanını, hilafetin kaldırılışını, devletin laik olduğunu öngören Anayasa maddesinin kabulünü, harf, giyim, eğitim devrimlerini, Atatürk'ün daha sonraki nesillerce daha da köklü benimsenmesini önleyemedikleri gibi...
Türkiye'nin demokrat, laik, özgür, insan haklarına dayalı, çağdaşlık doğrultusundaki ödünsüz ilerleyişini önleyemeyecekleri gibi...

Yazara Email G.Civaoglu@milliyet.com.tr