Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Siyasetin bilgelerinden Tarhan Erdem dün “süreç” görüşlerini anlatıyordu.
Çok önemsenmesi gereken bir şey söyledi:
“Önce hedef belirlenir.
Sonra o hedefe yürümenin takvimli yol haritası belirlenir.”
Kelimesi kelimesine böyle değil ama söyleminden algıladığım buydu.
Gerçekten...
“Süreç” ne için?
Aşamalarıyla şöyle:
“1- Kanın durması.
2- Herkesin can ve mal güvenliğinin sağlandığı kamu düzeni.
3- Bunları sağlayan hukuk/statü üzerinde anlaşmak.
4- Barış.”
Demek ki bugünlere 30 bin can kaybıyla geldiğimiz durumun çözüme kavuşması için hedef “barış.”
Bu sözcüğü sanki iki “meşru” taraf varmış da aralarında bir “barış anlaşması” yapılacakmış anlamında kullanmadım.
Amacım “sosyal kontrat” anlamında bütün Türkiye insanlarının barış ve güvenlik içinde birlikte yaşayacakları “anayasal çatı” ve o anayasa da yer alacak “statü...”
Bu statü “özerklik” mi olur, yoksa “kuvvetlendirilmiş yerel yönetim” mi?
Ya da...
Bir başka “özgün” düzenleme/yönetim mi?
.........................
Ne yazık ki bu konuda ne -bildiğimiz kadarıyla- devlette proje taslakları var ne de HDP’de.
Hatta Kandil’den de böyle bir “statü projesi” açıklanmış değil.
“Özerklik” statüsü telaffuz edilen İmralı bile bir “taslak” ortaya koymadı.
Daha önce bu köşede yazdım.
Dünyada 100’e yakın özerklik örneği var.
Bunların her biri değişik doku örnekleri.
........................
Aralarında federasyon içinde federe devlet statüsünden tutun da merkezi yönetime çok sıkı bağlarla kenetlenmiş sadece “özerk statü” kelimelerinde kalan “özgün” yönetimler sıralanıyor.
“Sürecin buzdolabından çıkarılıp masaya yeniden konulacağı/görüşmelerin başlayacağı” anlaşılıyor.
Öyle de...
Nereye varmak için?
Elbette “kalıcı barışa.”
Fakat...
Bunu sağlayacak hatta bununla “tam örtüşecek” formül nedir, anayasal statü nedir?
Önce...
Bu bilinmeli ki taraflar tam ortak iradeyle yürüyebilsinler.
........................
Oysa...
“Son” bilinmiyor.
Tıpkı bir yazarın romanına başlaması ve kitabın sonlarına doğru çözümün kendiliğinden gelmesi gibi.
Yani...
“Kervanı yolda dizmek.”
Hele bir yola koyulalım da sonrasına bakarız durumu.
O zaman da...
Şimdi tarafların yakınmalarıyla, “Yaptığımız görüşme değil, pazarlık oluyor” gibi bir hal dili oluşuyor.
Bir taraf “Ne koparabilirsek” kafasında.
Diğer taraf “Ne versek yetmiyor...”
Üstelik önümüz seçim...
“Fazla adım atılırsa, bunun tepkisi sandıklara kötü yansırsa” kaygıları da yok değil.
Şu manzarada ne istediğini en iyi bilen milletin kendisi:
“Kan akmasın, ortalık karışmasın, analar/eşler ağlamasın, huzur içinde dükkânımızı açalım, tarlamızı sürelim, havanlarımızı otlatalım, kimliklerimize saygı duyulsun, demokratik özgürlüklerimizi soluyalım...”
........................
Taraflara bir Çin atasözü:
“Rotası olmayan geminin yelkenlerini dolduracak rüzgâr yoktur.”