Paris, uzun zamandır bu kadar renkli ve çiçekli olmamıştır, buna eminim. Koşarak H&M’e gittiğimde hem sevindim, hem de canım sıkıldı. O kadar güzel çiçekliler vardı ki, görünce baharlıklarımı buradan alır giderim diye düşündüm ama bedenlerinin kalmadığını öğrenince yüzüm düştü. Düşüş o düşüş hâlâ gülmedi. Üstelik o çok istediğim çiçekli kazağı ve de kazak elbiseyi geçen gün Ayşe Boyner’in üzerinde, gecelerde gördüm. Moralim bozuldu, kıskandım. O 29 euro’luk kazakla baharı çıkarırdım. Bu kadar uygun bir şıklık fırsatını kaçırdım. Ancak asıl merak ettiğim şey Parizyenlerin çiçeklileri nasıl giyeceği. Onları bilirsiniz. Siyaha taparlar, göz kalemi ve kırmızı ruj dışında pek de makyaj yapmazlar. Asıl tuhaf olan, çiçekli giysi ve de aksesuarların kapış kapış gitmiş olmasına rağmen kimsenin üzerinde çiçekli bir şey görememiş olmam.
MÖSYÖ SAINT LAURENT RAFLARDAN UÇUYOR!
Paris pembe bir bahara hazırlansa da, hâlâ gerçek bir siyah tutkunu olan ‘son usta’ Yves Saint Laurent’i izliyor. Nereye gitsem karşıma çıkan ‘Yves Saint Laurent, Tout Terriblement- Herşey Korkunç’ belgeselini büyük merak ve heyecanla aldım. 1994 yılında, tasarımcının Marakeş, Deauville ve Paris’teki evlerinde çekilen filmde Mösyö Saint Laurent konuşuyor. O yorulduğunda sözü aktris Jeanne Moreau alıyor. Onun yerine o anlatıyor. Bu arada, unutulmaz safari elbiseden, transparanlara, smokinlere kadar tüm ilk ve dolayısıyla kült parçalar evlerin içinden ve kalbinizden bir kez daha geçiyor.
Moda dünyasının bozulduğunu, artık hiç de keyif almadığını anlatıyor: “Benim için bir elbise yapmak; bir kadının hikayesini, günlük varoluşunu anlatmak gibi. Günümüzde hedef şık olmak değil, baştan çıkarmak. Burjuva kadınlarından ve zevklerinden nefret ediyorum. Nasıl giyineceklerini hiç bilmiyorlar. Çok sıkıcılar.”
Koleksiyonlarının görüntüleri eşliğinde, “Modern kadınlara bir geçmiş bir de gelecek sundum. Bunlarla ben öldükten sonra da idare edebilirler” diyor. Ediyoruz Mösyö Saint Laurent. Hala ”en şık” olmak istediğimizde trençkotumuzu giyiyoruz.