Hakkı Öcal

Hakkı Öcal

hakki.ocal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Akademisyen, gazeteci, dost Mehmet Sağnak, Türk sinemasında gazeteci figürünü incelediği araştırmasını “Amca size gazeteci diyebilir miyim?” başlıklı kitabında yayımladı. Bazen insanlara nasıl hitap etmek gerektiğini kendilerine sormak gerekir. Bu noktadan hareketle, herkese “dost”, “arkadaş” dememek gerektiği sonucuna da varabilirsiniz.
Özellikle bu son üç dört ay boyunca, bazı Avrupa ülkelerinin liderleri, bakanları, belediye başkanları, gazetecileri, televizyoncuları, sanki bu referandum Türkiye-Avrupa ilişkileri açısından dünyanın sonuymuş gibi hareket etti. İşi, seçilmiş hükümeti ve cumhurbaşkanını, hatta buradan hareketle tüm ülkeyi “rogue” (dolandırıcı, düzenbaz, serseri) ilan etmeye kadar götürenler oldu. İşi Türkiye’nin diplomatik pasaportla seyahat eden bakanı gözaltına almaya kadar vardıran ve böylece taraf oldukları iki uluslararası anlaşmayı çiğneyen ülkeler, bu bakanı içinde mahpus tutulduğu otomobilden kurtarmak isteğiyle protesto gösterisi yapan kendi ülkelerinin yurttaşı olan Türkiye asıllı insanları atlarla çiğneyen, köpeklere parçalatan kentler oldu.
Hepsi, sanki bu işin bir sonu, bu referandumun bir yarını yokmuş gibi.
Ama her insan olayı gibi, her siyasal faaliyet gibi, referandum da bitti ve biz işte o “ertesi gün” denen noktaya ulaştık. Bu noktada referandumun ertesinde, ama birçok Avrupa ülkesinin (ve ne hikmetse Avustralya ve Yeni Zelanda gibi çoğu insanın haritada yerini bile gösteremeyeceği milletlerin) liderleri, “Ah bir sihirli değnek olsa da dokunup şu son üç ayı yaşanmamış hale getirebilsek!” diyeceği gelişmelerin arifesinde bulunuyoruz.
Bu referandumun Türkiye’de yapıldığı ve Türkiye halkını yüzde 100 temsil eden bir parlamentonun yüzde 62’sinin oyuyla yapılması kararlaştırılan bir halk oylamasının meşruluğunun tartışılamaz olduğu elbette bütün Avrupalılar tarafından biliniyordu. Türkiye, Avrupalıların kendisiyle 56 yıldır tam üyelik müzakeresi yapacak kadar “tanıdık” oldukları bir ülke ve daha önce birçok benzeri oylama yapılmışken, bu kez gazetelerinde Türkçe bölümler, Türkçe ilaveler ve Türkçe başlıklar atılması nereden kaynaklanıyordu? Parlamento binasının önünde bina kadar büyük devasa afişle Türkiye Cumhurbaşkanı’nın öldürülmesi çağrıları yapılması, hangi ifade ve gösteri özgürlüğüyle açıklanabilirdi?
Bu ve daha birçok şey. Çipras’ın telefonla “Sığınma isteyen askerî kişileri bir hafta içinde iade edeceğiz” sözünün gerçekleşmemesi örneğin. Unutulacak mı? Siyasetçiler siyasete konu yapsalar bile, halk unutacak mı?
Türkiye’nin cevap bulmak istediği soru şudur: Neden? Birkaçı hariç, Avrupa’nın bu referandum öncesi yaptıklarını ne sebeple yaptığını bilmek Türkiye’nin hakkıdır. “Liderleriniz sizi bir diktatörlüğe sürükleyecekti de ona engel olmak istedik” tarzında bir mugalata ile “Bizde basın özgürdür; hükümet olarak kimin ne yazdığına karışamayız” şeklindeki bir safsatanın, bundan sonra size bu ülke halkının “dost” gözüyle bakması, sizi “arkadaş” saymaya devam etmesini sağlaması imkânsıza yakın zorluktadır.