Harun Uysal

Harun Uysal

harun.uysal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Mustafa Sönmez’in Al Monitor’da 2 Nisan’da kaleme aldığı bir yazıda bildirdiği gibi, Türkiye her ne kadar 2017 yılında yüzde 7.4’lük büyüme performansı ile Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) üye ülkeler arasında ikinci sıraya oturmuşsa da dolar bazında bakıldığında aslında büyümeden ziyade küçüldü.

Büyümeden daha çok, büyümenin niteliği önemli.

Şayet büyüme ihracat-yatırımlar ile sağlanıyorsa olumlu, kamu harcamaları-ithalat-özel tüketimle sağlanıyorsa hormonlu oluyor.

2017 yılındaki büyüme kaynaklarına bakıldığında; kredi garanti fonu-tüketici harcamaları-altyapı yatırımları-teşvikler ve vergi indirimleri dikkati çekiyor.

Haberin Devamı

Yani daha çok hormonlu bir büyüme söz konusu.

Diğer yandan 2016 yılında 863 milyar dolar olan Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH), 2017’de 851 milyar dolara, kişi başına düşen milli gelir de 10 bin 883 dolardan 10 bin 597 dolara gerilemiş.

Yüksek büyüme rakamlarına rağmen, ‘orta gelir tuzağı’ bitmedi ve kişiler bütçelerinde bunu hissetmediler.

Bunların yanı sıra ekonomideki diğer bir gerçek de “cari açığın” yüzde 5.5 gibi oldukça yüksek seviyelerde seyrederken, tasarruf oranının da yerlerde sürünüyor olması.

***

Yukarıda bahsettiğim gibi büyüme asıl olarak kamu tasarrufları, özel yatırımlar ve ihracat ile olması gerekirken, Türkiye elindeki şeker fabrikaları gibi kar eden (sadece çalışmayanlar zarar ediyor) stratejik kamu yatırımlarını elden çıkarmaya çalışıyor. Halbuki cari açık ancak üretimle daraltılabiliyor.

Sanayinin hemen hemen bütün sektörleri, artan dolar ve euro nedeniyle dışarıdan daha yüksek fiyatlara hammadde temin ediyorlar.

Bu hammaddelerden ürettikleri ürünleri de pahalıya mal ettikleri için ihracatta büyüklerle rekabet edemiyorlar.

Tarıma gelirsek...

Bir ülkenin en stratejik sektörü olan tarım, yüksek girdi-düşük ürün fiyatları, köylerin sosyal açıdan geri kalması, büyükşehir yasası, teknik bilgisizlik, taş-maden ocakları-termik santraller-vahşice kurulan hidroelektrik-jeotermal-rüzgar enerji santrallerinin tehditi altında bulunuyor.

Haberin Devamı

Bu durumda köylüler ya tarlalarını boş bırakıyorlar ya da üretimden çıkıp şehirlere geliyorlar.

Böylece ülke hem daha önce üretici iken şimdi tüketici olan köylüyü hem de üretimdeki hafızasını kaybediyor.

O zaman da oluşan açığı karşılamak için, şu anda Türkiye’de olduğu gibi, ülkeye birçok ülkeden yatırımcılar geliyor.

***

Aldığımız haberlere göre son günlerde başta Körfez olmak üzere Arap ülkelerinden gelen yatırımcılar Türkiye’de hayvancılık ve yem sektörüne yatırım yapmak istiyorlar.

Yani gelecekte Suudi Arabistanlıların ürettiği bitkisel ürünler ve hayvansal ürünleri tüketeceğiz.

Ne kadar acı değil mi?