İbrahim Akbulut

İbrahim Akbulut

ieakbulut@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

2010 yılının ortalarıydı...
Hakkı Keleşoğlu adında Kulalı bir hayırsever ortaya çıkmış, ihtiyacı olan kurumlara “hızır” gibi yetişiyordu.
Bir gün okul yapımına, ertesi gün hastanelere, bir sonraki gün de bir başka kuruluşa yüzbinler yağdırıyordu...
Aynı yılın sonuna doğru Hakkı Keleşoğlu neredeyse “aziz” olmuştu...
Kimin yardıma ihtiyacı varsa o’na koşuyordu...
Urfa’dan, Muş’tan, Aydın’dan, Denizli’den dernekler, vakıflar, yoksullar kapısında kuyruk olmuştu adeta...
Bekir Sacide Keleşoğlu Vakfı‘nın (BESKVA) kurucusu olan bu hayırsever kimseyi de geri çevirmiyordu...
Haftalık bağışları milyonları aşarken, protokolde de kendine yer buldu o günlerde hayırsever Keleşoğlu...
Partiler, kulüpler, dernekler, Keleşoğlu’nu ağırlamak için adeta birbiriyle yarışıyordu...
Attığı her adım bir olaydı...
Gürültülü ve bol reklamlı bağışların yanısıra kendisine yardım elini uzatan garibanları da boş çevirmiyordu...
Ete hasret garibanlar, kasabına verdiği talimatla et yüzü görmeye başlamış, bakkalına ve manavına verdiği talimatla da fakirlerin boş dolapları tıka-basa dolar hale gelmişti...
O dönemde, daha organize olabilmek adına halkla ilişkiler şirketlerinden profesyonel hizmet almaya bile başladı...
Görüşmeleri, bağışları, randevuları belli bir disiplin altına alınmış, adına basın bültenleri yayınlanmaya başlamıştı...
65 yaşındaki Hakkı Keleşoğlu, 2010 yılının ekim ayında, kendisinden 30 yaş küçük Hale Hanım‘a abayı yaktı. Muhteşem bir düğünle dünya evine girdi...
“Bu bağışların çoğu lafta kalıyor” gibi çatlak sesler çıksa da, Hakkı-Hale Keleşoğlu çifti bir süre daha gazete sayfalarında boy göstermeyi sürdürdüler...
Sonra mı?
2011 yılının sonlarına doğru bağışlar azalmaya, gazeteler “Keleşoğlu haberleri” olmadan çıkmaya başladı...
Yani neredeyse bir yıldır, ne Hakkı Keleşoğlu’nun ne bağışlarından, ne de kendisinden “tık” çıkmıyor...
Deyim yerindeyse, ailece “sırra kadem bastılar” arkalarında boynu bükük insanlar bırakarak...
Boynu büküklerden bir bölümü, Keleşoğlu’ndan kendisine söz verilen bağışı alamadığı için mahsun...
Diğer bölümü ise üzgün ve kızgın...
Mesela aylarca halkla ilişkiler hizmeti veren, adına gazetelere ilanlar dağıtan halkla ilişkiler firması...
18 bin lirayı bulan alacağının üzerine su içmek zorunda kalmış...
Kasabın durumu da farklı değil...
Umutla, Hakkı Keleşoğlu’nun dükkanından içeri girip 7 bin liralık borcunu ödeyeceği günü bekliyor...
Veresiye defterinde Keleşoğlu adının borçlu olarak yer aldığı bakkal bir-kaç tane...
Kimisinin 3, kimisinin 5 bin lira alacağı var...
Aynı durumda olan taksiciler, çiçekçiler var...
Karnını doyurması için gönderdiği garibanlara yemek veren lokantalar, ağır misafirlerin ağırlandığı lüks balık restoranlarının durumu da aynı...
Hiç birinin de elinde ne senet, ne sepet...
“Bu kadar zengin, bu kadar bonkör bir adamın borç takacağı aklımıza gelir miydi?” diyor hepsi de...
Çoğu evini biliyor aslında...
Ara-sıra kapısının önünden geçip pencereleri kolluyorlar...
Ne var ki, kepenkler kapalı...
Zili çaldıklarında kapı duvar...
Kimisi bu beklenmedik durumu, “deniz bitti” diye yorumluyor...
Kimisi de, “genç eşi harcama yetkisini elinden aldı” şeklinde bir yorum getiriyor duruma...
Ama kimse işin aslını bilemiyor...
Gerçekten, ne oldu Hakkı Keleşoğlu’na, nerelere kayboldu?