Yazarlar İşkence, ne zamana kadar?

İşkence, ne zamana kadar?

30.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

İşkence, ne zamana kadar?

İşkence, ne zamana kadar


       Türkiye, işkence ayıbından, insanı insanlıktan çıkartan, insanlık onurunu yok eden bu vahşetten, sanki hiç ama hiçbir zaman kurtulamayacakmış duygusuna kapılıyorum çoğu zaman... İşkenceci bir ülkeyiz... Efendim bunlar “münferit olaylardır", “kendini bilmez bir iki görevlinin yanlışıdır" gibi sözler, artık çocukları bile güldürüyor. “İşkence" derken yalnız, organlara elektrik verme, Filistin askısı, cop sokma falan demiyorum, tutukluların mahkemeye götürülüp getirilme sırasındaki eziyetten, koğuş ya da hücreye, tutuklu yakınlarına yapılan muameleden her tür şiddete dek hepsini kastediyorum.
       Ne zamana kadar işkenceci bir ülke olmayı sürdüreceğiz? Ne zaman işkenceci olmaktan vazgeçeceğiz?
       Aklıma geldiğince sıralıyorum. Liste uzadıkça uzuyor:
       Devlet ve tüm yetkililer, tutukluları “İnsan" olarak gördükleri, onları vatandaş, yurttaş saydıkları, onların canından, sağlığından, güvenliğinden sorumlu olduklarını kabul ettikleri ve onların insan haklarını ve insanlık onurunu kolladıkları zaman...
       Burdur Cezaevi’ndeki vahşet fotoğrafları, siyasi mahkumlara yönelik “operasyonödan sonra işkenceyi belgeleyen fotoğraflar, bir iki gazetede değil, tüm medyada yayınlandığı, tüm televizyon kanallarında gösterildiği ve konu ülke gündeminden iki günde düşmediği zaman...
       İşkenceyi belgeleyenlerin değil, yapanların başı beladan kurtulmadığı zaman...
       Adalet Bakanlığı bu vahşeti “Efendim yapanlar hakkında soruşturma açılmıştır" diyerek sorunu geçiştirmediği zaman... Bu tür olaylar örtbas edilmediği zaman...
       İşkencecilerin hep kollanacağı, hep korunacağı, asla cezalandırılmayacakları duygusu ve düşüncesi, başta cezaevi yetkilileri ve görevlileri olmak üzere, herkesin kafasından silinip yok olacağı zaman...
       Manisalı gençlere işkence yaptıkları nedeniyle yargılanan polislerde olduğu gibi, bir polisin (Üstelik yeri belli, görevi belli, adresi belli bir polisin) ifadesini alabilmek için aradan bir yıl gibi bir süre geçmediği zaman...
       İşkenceci polisler ödüllendirilmedikleri, alkışlanmadıkları zaman...
       “İşkence suçundan hüküm giyip cezaevlerinde yatan hiçbir kamu görevlisi yok" açıklamasını, TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Sema Pişkinsüt yaptı. Bu açıklamanın geçersiz olduğu ve herhangi bir işkence olayına karışmış ya da katılmış kamu görevlisinin müebbet hapse mahkum edildiği ve cezasını çekmek üzere cezaevine girdiği zaman...
       Mafya babalarını, para babalarını cezaevlerinde krallar gibi yaşatıp, adi suçluları, siyasi suçluları “böcek" gibi, “düşman" gibi görmeye son verildiği zaman...
       Hukukun, adaletin işlerlik kazandığı ve adalete güvenebileceğimize inandığımız zaman...
       Ulucanlar Hapishanesi’nde, Burdur Hapishanesi’nde yaşananlardan sonra F tipi cezaevlerinin “çözüm" olacağına dair hayallere kapılmaktan vazgeçileceği zaman...
       Bu ülkedeki tüm “egemen güçler" (Ne o? Çok mu “demode" buldunuz bu sözü?) işkenceyi ve işkenceciyi lanetlediği zaman...
       İşkence suçunu, işkence ayıbını bu toplumun bir parçası olan her birey, kendi yüreğinde, kafasında, bedeninin her zerresinde duyduğu, yapılan, uygulanan vahşeti, kendi çocuğuna yapılmış addettiği zaman...
       İşkenceye son vermeyi, başkaları, AB; şu kurum, bu kuruluş istedi diye değil, biz kendimiz, kendimiz için, istediğimiz zaman... Paramparça olmamak için, ülkemizi sevdiğimiz için, ülkemizin saygınlığına önem verdiğimiz için işkenceye son verme kararı aldığımızda ve bu amaçla topyekün seferber olduğumuzda...
       İşte belki, belki o zaman... Hiç inanmıyorum ama yine de yazmadan edemiyorum...



Yazara E-Posta: zoral@milliyet.com.tr