Yazarlar İyi insan özlemi

İyi insan özlemi

08.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

İyi insan özlemi

İyi insan özlemi


Kemal Sunal’ı tanısak da tanımasak da hepimiz üzüldük. O iyi insanlara duyduğumuz özlemin simgesiydi... Bir iyi daha gitmişti

       Hiçbir acı, hiçbir felaket yok ki, ardından ihmale ilişkin bir tartışma çıkmasın. Hüznü bile yaşamaya izin yok bu memlekette. “Nasıl olsa olmaz" duyguları hakim olmuş her yere. Ama şimdi önlem alınır artık İstanbul Hava Meydanı’nda...
       Birkaç “merhaba, nasılsınız" dışında tanışıklığım yoktu Kemal Sunal’la. Yıllar önce bir gün, Çiçek Bar’da, Sunal’ın da aralarında bulunduğu arkadaşlarımın masasına gidip oturmuştum ve kısa bir süre sonra Sunal kalkmıştı oradan. “Bu adam beni sevmiyor herhalde" demiştim yanımdakine... “Hayır, o tanımadığı kadınlarla aynı masada yan yana oturmaz" demişti.

       Tanımasak da üzüldük
       O zaman bunu, aşırı bir temkin, dedikodudan kaçmak diye yorumlamıştım... Metin Akpınar “o herşeyden korkardı" deyince daha iyi kavradım o davranışını... Aşırı temkin, korku boyutlarına ulaşıyordu demek... Belki aşırıydı ama fena mıydı? Ne kadar özenli, ne kadar düzeyli yaşadı özel yaşamını, ne kadar saygıyla korudu şöhretini.
       Balalayka filmi için söylediklerini duydum, ölümünün ardından, kelimesi kelimesine katıldığım; “Ağlatmanın ne kadar kolay olduğunu öğreteceğiz, güldürmenin ne kadar zor olduğunu hatırlatacağız." Neden bu kadar üzüldük? Çünkü o iyi bir insandı. İyi insanlara özlemimiz vardı. Güzel bakıyordu, onunla ilgili hiç kötü bir şey duymamıştık. Kötülüklerle, karanlıklarla dolu çevremizde, o güler yüzlü bir iyilik simgesiydi... Sanki kötüler hep kalıcı; iyiler birer birer gidiyor... Onun için tanısak da tanımasak da, hepimiz üzüldük bu kadar.

       Kalbimiz...
       Amerİkan Hastanesi doktorlarından Genco Yücel’in hazırladığı, kalp krizlerine ilişkin bir dosya geldi... Bir kez daha hatırlamakta yarar var:
       “Göğsün orta yerinde baskı veya basınç şeklinde ağrı varsa, bu ağrı yokuş çıkarken, soğukta yürürken başlayıp kişi dinlendiğinde geçiyorsa, kalp hastalığı düşünülmelidir. Kalp krizi, kişi hiç hareket etmediği halde, çok şiddetli ağrının başlamasıyla ortaya çıkar. Beraberinde nefes darlığı, sol kol ağrısı, soğuk terleme ve bulantı da görülebilir.
       Kalp hastası olmamak için sigara içmemek, fazla kiloları vermek, düzenli egzersiz yapmak şarttır. Ailesinde kalp krizi geçirmiş akrabaları (özellikle anne, baba, kardeşler) olan erkekler 45-50 yaşında, diğerleri ise 55 yaşından sonra her yıl kontrolden geçmeliler. Kadınlar ise özellikle menopozun ardından yıllık kontrollere başlamalıdır. Yüksek tansiyon sık rastlanan ve sinsi bir sorundur. Kalp krizine neden olabilir. Bu nedenle yüksek tansiyon devamlı kontrol altında tutulmalıdır.
       Kötü kolesterolün de (LDL kolesterol) yüksek, iyi kolesterolün (HDL kolesterol) düşük olması, kalp krizi geçirmiş veya risk taşıyan insanlar için çok önemlidir.
       Cinsel aktiviteyi, yoğun ani fiziksel hareket gibi düşünmek gerekir. Kalp krizi sonrası hastaların bu tip eforlu aktiviteleri yapıp yapamayacağını anlamak için belli testler uygulanır. Hatta gerekirse anjiyografi, balon işlemi, bypass ameliyatı ile tedavi edilerek bu tip egzersizleri güvenli yapması sağlanır.
       Öncelikle, kilo almamak ve fazla kiloları vermek önemlidir. Yüksek tansiyonu olanlar tuz kullanmamalıdır. Koroner hastalığı olan, kalp krizi geçirmiş insanlar, katı yağlar, kırmızı etli yiyecekler, yumurta sarısı ve yağlı süt, yoğurt, peynir gibi kolesterol bakımından zengin yiyeceklere dikkat etmelidir.

Cezaevleri ciddi bir sorun

       Beş buçuk yıldır cezaevinde o gençler... Ümit Kanlı, Barış Yıldırım ve arkadaşları... 18 yaşındaydı Ümit, içeri girdiğinde; şimdi 24 oldu... Barış artık kocaman adam, 30’una geldi. Hani “pankart asmak" suçundan “yakalanmışlarödı...
       Onlar kendilerine isnat edilen suçlardan beraat ettiler. Ama DGM örgüt üyeliği suçuyla başka bir dava açtı... Öyle ya, madem ki pankart açtılar, demek ki örgüt üyesiydiler. Oysa bu davanın kanıtı olan pankart açmak suçundan bir başka mahkeme tarafından beraat ettirilmişlerdi...
       Bu “varsayım mahkumları" varsayalım ki pankart açtılar ya da örgüt üyesi oldular... “Ablam başkalarıyla geziyordu, onun için namusumu temizledim, onu öldürdüm" diyerek taammüden adam öldürmüş bir katile indirim yapılıyor, sadece 4-5 yıl yatıp çıkıyor. Peki bu sivrisineği bile öldürmemiş, kimseye bir kötülük yapmamış insanlara, pankart assalar bile altı yıl yetmez mi? Üstelik suçları sabitleşmemiş, üstelik beraat etmişler...
       Durmadan aynı soruyu soruyorum: “Suçu kanıtlanmamış bir insan yıllarca süren mahkemelerle, içerde tutulabilir mi? Ya suçsuzsa!.."
       F tipi cezaevi
       Cezaevleri kaynıyor, daha da kaynayacak... Gündemde F tipi cezaevi konusu var. Mahkumlar buna ‘hücre’ diyerek istemiyorlar. Adalet Bakanlığı ise bunların “beş yıldızlı otel" konforunda olduğunu söyleyerek gazetecileri gezdiriyor. Olabilir, çok şık, çok donanımlı olabilir. Peki ama cezaevlerinin sorunu binaların güzelliği, konforlu olup olmaması mı? Koğuş sisteminde, “içerdekilere hakim olunamadığını" söyleyenler buna yürekten inanabiliyorlar mı? Birileri içerde kilitliyse ve sen tüm gücünle dışarıdaysan, bu yere nasıl hakim olamazsın? Ya da eğer gerçekten hakim olamıyorsan, bunu nasıl böyle doğallıkla ifade edebilirsin?
       Bir yanda telefonlu, rahatça mektuplaşmalı, süslü püslü özgür cezaevleri, öbür yanda isyanların çıkıp, kanlı bir şekilde bastırıldığı cezaevleri...
       Çocukların anneleri acı içinde ordan oraya koşuşuyor. Diyorlar ki, “Biz neden istemeyelim çocuklarımızın konforlu bir yerde kalmalarını, ama durum öyle olmayacak.. yapayalnız kalacaklar. Kitap okumaları, havalandırmaya çıkmaları gibi pek çok şey izne bağlı olacak. İşkenceler, ölümler artacak... Şimdi biliyoruz ki çocuklarımız içerde ama sağ. Ama direnişler, açlık grevleri olacak... Onlar tek başına hücrede yaşamak, hapishane içi sosyallikten yoksun kalmak istemiyorlar. Çok endişeliyiz. Artık yaşayıp yaşamayacaklarından endişe etmeye başladık..."
       F tipi cezaevleri ciddi bir konu... Kim haklı kim haksız bunu tartışmak gereksiz. İnfaz Hukuku Uzmanı Melda Türker’i NTV’de dinledim, çok önemli şeyler söyledi: “.. Sistem kendini yok etmekte. Türk cezaevleri sistemi çağdaş değildir. Bu şartlarda isyan çıkmamasına şaşardım. Görüntülü ve mahkumların toplu halde yaşadığı cezaevleri gerekir" dedi.
       Önemli ve çok ciddi olan mesele şu: Mahkum da mahkum yakını da “hapisanenin dışındakileröe güvenmiyor. Ulucanlar daha unutulmadı... Hapisaneye girenlerin duvarlardaki beyin parçacıklarını anlatmaları hala belleklerimizde değil mi? Güvenmiyorlar, çünkü onlar Buca’yı gördüler, çocuklarının sesine karışan sis, ses, gaz bombalarının sesini, yükselen alevleri gördüler, oluk oluk akan kanları, ağlayarak dışarı çıkıp ‘hepsi ölmüş’ diyen avukatları, çığlık çığlığa bağıran anaları, gözlerinden sicim gibi yaş boşanan babaları, hastane kapılarında haber almaya çalışırken başlarına inen copları gördüler. Ulucanlar’dan sonra basında çıkan haberleri okudular; ‘Vücutları elek gibiydi... Milletvekilleri kaseti izledikten sonra yemek yiyemediler... İnsanlığımdan utandım...’
       Hapistekilerin kimseye güveni kalmamış... Onlar kendilerini kalabalık içinde güvende hissediyorlar. Onlar yalnız kalmak istemiyorlar... Onlar direnecekler... Ve bu durum görmezlikten geliniyor... Sanki bilinmiyor.
       Tekrar ediyorum, F tipi cezaevi meselesi pek çok olaya gebe... Bu mesele yüzünden çok acılar yaşanabilir. “Biz haklıyız" demek yerine enine boyuna düşünmeden, sosyolojik, psikolojik çalışmalar yapmadan, oldu bittiye getirilmemesi gerekir.
       Biz demiştik demeyelim bu kez...

Yazara E-Posta: dasena@milliyet.com.tr