Levent Köprülü

Levent Köprülü

-

Tüm Yazıları

Kullandığınız otomobilin mutlaka hataları ya da eksileri vardır. Ama kimin umurunda! Siz onu seçmişseniz, tüm günahları ve sevaplarına zaten baştan eyvallah demişsinizdir...

Kimimizin ailesinin ilk otomobilidir. Kimimizin de hayatına ilk giren otomobil. Ancak hangisi olursa olsun, mutlaka çok sevmişsinizdir hatta bugün bile “Keşke yine olsa da kullansam!” dediğiniz bile olmuştur... “Hadi canım, ne alakası var, kurtulduğuma seviniyorum” demeyin. Çünkü o zaman da onu siz seçmiştiniz!
Ben hatırlıyorum da (belki artık bilmenin ötesinde ezberlediniz) dedemin “büyük tartışmalar sonrasında” satın aldığı 1972 model Anadol, ailemizin “Süt Oğlan”ıydı yıllarca. Evet, tek parça olan ön koltuğunu kendinize göre ayarlayabilmek için ileri-geri hareket ettirmek, deveye hendek atlatmak kadar zordu. Kaloriferi hayli gürültülü çalışır, genelde ısıtmaz, her yaz da içeri sıcak hava vermemesi için bir “tıkaç” (benim yöntemim boruya uygun bir sopaydı) yerleştirilmesi gerekirdi. 120 km/s’nin üzerine pek çıkacak gibi görünmemekle birlikte, ön takımına evin en yaşlısı kadar hürmet ve ihtimam gösterilmesi kaçınılmazdı.
Tabii bir de Murat ve Renault 12 kullananların “Haha, onu keçiler yiyo!” şeklindeki esprilerine göğüs gerecek kadar da sağlam sinirlere ihtiyaç vardı. Ancak ben hâlâ “bir tane satın alsam, hatta iki tane!” şeklinde rüyalar görmeye devam ediyorum. Çünkü o ailemizin otomobiliydi ve içinde geçen bir dolu hatıra vardı. Türkiye’nin ilk “seri üretim yerli otomobili”ydi ve sonuçta “hidrolik destek”le tanışmasa da hafif çevirilebilen direksiyona, şimdiye kadar kullandığım manuel vites kutuları arasında en yumuşak vites geçişlerine sahipti.

Diğerleri sanki mükemmel miydi?
Elbette Anadol’un çağdaşları da kendilerine has pek çok kusura sahipti o dönemlerde. Mesela Murat 124’ün kapıları, asla “nezaket” kabul etmezdi. Hızlı çarpmayı gerektirir yoksa ilk virajda açılıverirdi. Direksiyonu boşluk yapabilir, birkaç yılda bir mutlaka boyanmak isterdi. Vites
kolunun özellikle geri viteslerde kadın sürücüleri zorladığı da
bir gerçekti.
Ama motoru taş gibi sağlamdı. Kutu gibi tasarımı nedeniyle, gerçekten de geniş bir iç mekanı vardı. Bugün bile İstanbul yollarında gıcır gıcır yenilenmiş örnekleri, herkesin gözlerini çevirmeye yetiyor. Hatta bir tane almak için içi giden insanlar var, biliyorum.
Renault 12 de öyleydi. Isıtması çok zaman alan, ayarlaması zor kalorifer sistemi, yolları zor bulunan vites kolu, ayak alışkanlığı gerektiren sert gaz pedalı, iç mekanda arka koltuğa fırlayabilen kapı açma kolları vardı. Amortisörlerin çalışıp çalışmadığını iç mekandan duymak mümkündü. Ancak önden çekişli olmanın avantajıyla yokuşlarda muhteşemdi. Yüklü olarak kullanılmasına bir kez bile itiraz etmezdi. Motoru da gerçekten sağlamdı ve kendinden yaylı koltuklarının konforuna diyecek yoktu. Ve hâlâ 1976 model bir Renault 12 TS için ölüp-biten arkadaşlarım var. Haksız da değiller çünkü onu öyle sevdik.

Kedi kadar sevimli!
Bahsettiğim otomobiller, elbette belirli bir dönemin modelleriydi. Kuş Serisi’ni saymayışım, onu kaale almadığım anlamına da gelmiyor tabii. Çünkü hayatı boyunca ABS veya hava yastığı gibi bir ekipmanla tanışmamış olmasına, donanım listesi bir çırpıda sayılabilmesine, üretiminin üzerinden yıllar geçmesine rağmen o hâlâ sevilen, kabul gören bir otomobil. Çünkü kullanıcısının rahatlıkla modifiye edebileceği, her aksesuarı taşıyabilen, kolay tamir edilebilen, bütçeleri zorlamadan rahatça satın alınabilen bir otomobil. Daha ötesi var mı?
Benzer şefkat duyguları, eski Beetle (Kaplumbağa) ya da Mini için de besleniyor günümüzde. Akünün istenmeyen bir “maraz” çıkarmaması için arka koltuğa kilolu insanların oturtulmadığı, kimi zaman önde oturanların dik ve burnunun dibine yaklaşan ön cam nedeniyle heyecanlandığı, pedalları yerden çıktığı için kullanması alışkanlık isteyen eski Beetle’dan bahsediyorum. Bugün hâlâ kulüpleri varsa, insanlar bıkmadan ve usanmadan baştan aşağı yenileyip bir tane kullanmaktan zevk alıyorsa, bilin ki sağlam motoru, şirin mi şirin tasarımı, az tüketmesi, arızasının kolay giderilebilmesi nedeniyledir. Çünkü o sevilmiştir bir kere.
Şimdilerde modern haliyle yollarımızda bolca gezinip duran Mini, eskiden de çok popülerdi. Ancak asla kusursuz değildi. Hele de benim gibi uzun boylular için kullanması
eziyet olabiliyordu. Direksiyonun dik durması nedeniyle dizlerimin nasıl
sorun haline geldiğini dün gibi hatırlıyorum. Ama o bir
Mini’ydi ve hâlâ eski bir örneğini gördüğümde bir kedi şefkatiyle sevme hissi uyandırıyor
bende bile.

Porsche’de bile bir kusur bulabilirsiniz
Örnekleri uzatıp, bana ayrılan yerde kitap yazmaya hiç niyetim yok. Ancak şunu söylemeliyim ki zaten günümüzde bile “mükemmel” olarak niteleyebileceğimiz otomobili bulmak zor olabilir. Bugün bir Porsche ya da Bentley’de bile istenirse kusur bulmak mümkün olabilir.
İnsanların satın aldığı veya kullandığı otomobili hatalarıyla sevmesi diye de bir olgu var, bunu da kabul ediyorum. Zira bu insanlardan biri de benim. Üstelik “Oğlum satsana şunu!” diyenlere fazlaca “atar” yaptığım bile söylenir! Çünkü ben onu öyle kabul edip öyle sevdim. Belki hayatımdaki insanların kusurlarını bile bu kadar kolay görmezden gelmemişimdir zaman zaman. Eminim birçoğunuz benim ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Mükemmel otomobil yoktur ama kötü otomobil de yoktur! Hatalarıyla bile sevilen otomobil vardır, mükemmele yakın olsa da sevilmeyen otomobil ise hor kullanılır ve belki de hiç satın alınmaz! İstisnalar ya da “ısrar”lar hariç tabii! O tip ilişkiye de “görücü usulü” demek yanlış olmaz...

Haberin Devamı

Lütfen hatalarımla sev beni

Haberin Devamı

Lütfen hatalarımla sev beni