Mehmet Gündem

Mehmet Gündem

mehmet.gundem@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülleri’nin takdim töreni için Ankara’da Çankaya Köşkü’nün büyük salonunda hazır beklerken, bir anonsla bütün salon ayakta...
“Saygıdeğer davetliler, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Hanımefendi salonumuza teşrif ediyorlar.”
Bakanlar Kurulu neredeyse tam kadro orada. İçişleri Bakanı Muammer Güler de var. Cumhurbaşkanı Gül, ön sıradakilerin tek tek elini sıktı, arkadakilere tebessümle selam verdi. Tabiatıyla ben tebessümle iktifa edenler arasındayım.
Tuhaf bir durum. Sahnedeki tablo ile insanın aklına düşen bazen karışıyor. Bir yanda, gündemdeki konular, yolsuzluk iddiaları, tartışmalar, operasyonlar, kabine değişikliği gibi cevap bekleyen onlarca soru, bir yanda da kültür sanat dünyası ve ödülleri... Ve oğlu tutuklanan Bakan Muammer Güler’e sorulacak sorular... Adeta vücut parçalanmış gibi, toparlamaya çalışıyoruz.

KİM, NEDEN, NİÇİN?
Ödül protokolüne geçelim...
1995’te başlayan her yıl kültür ve sanatın farklı dallarında verilen Kültür-Sanat Ödülleri bu yıl İslam bilim ve teknoloji tarihi alanında yaptığı çalışmaları için Prof. Dr. Fuat Sezgin’e; klasik büyüme ve kalkınma teori ve modellerine farklı bir perspektifle yaklaşımı nedeniyle Sosyal Bilimler dalında Prof. Dr. Daron Acemoğlu’na; Türk edebiyatının geniş kitlelerce benimsenmesine ve toplumumuzda kültür tarihine yönelik ilginin oluşmasına sağladığı önemli katkılar için Edebiyat dalında Prof. Dr. İskender Pala’ya; ‘Batıya Doğru Akan Nehir’ belgeseli ile insanlık tarihinin doğudan batıya yürüyüşünü güçlü bir görsellik ve zengin bir anlatımla aktarmadaki başarısı ve bu doğrultuda medeniyetler arası uzlaşıya getirdiği bakış açıları için Belgesel dalında Prof. Dr. Bekir Karlığa’ya; doğal ve kültürel çevre konuları ile kentlerdeki kültürel mirasın korunması ve gelecek nesillere aktarılmasında gösterdikleri çabalar ve kent kültürü alanındaki toplumsal farkındalığın artması yönündeki çalışmaları ile Kültür ve Sanat Kurumu olarak Tarihi Kentler Birliği’ne; müziği, yorumu ve söylemiyle farklı görüşlerden çok sayıda insanı bir araya getirdiği için Müzik alanında Ahmet Kaya’ya verildi.

SİYAH GİYMİŞ
Sahneye önce Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya çıktı.
O an Ahmet Kaya’nın cesur ve dokunaklı, insanı yakalayan ve zaman zaman isyan eden sesi yankılandı kulaklarımda. Siyah beyaz fotoğrafları geçti gözlerimin önünden. Başında kasketi, paltosuna sımsıkı sarılmış bir Ahmet Kaya vardı ki...
Devletin 1977’de şiir okuduğu diye mahkum ettiği, 1998 yılında da MGD’nin ödül gecesinde, yeni kasetinde Kürtçe bir şarkı koyacağını söylediğinde, kendisine bu ülke dar edilen sanatçıya şimdi devlet en zirvede ödül veriyor.
Bu gel-git arasında çıktı sahneye Gülten Kaya.
Siyah giyinmişti, sakindi. Vakur durmaya çalıştı. Sesi titremedi. Duygusallaşmadı. Aklın ve eleştirinin hakim olduğu bir konuşma yaptı. Çankaya’da olmaktan memnundu, ama öyle devlete pek de minnet duyan bir tavrı yoktu. “Sanatçılar disiplin tanımazlar, otorite bilmezler” dedi Gülten Kaya.

NEREDEN NEREYE...
Ödül alanların doğum tarihlerini ve nerede doğduklarını merak ettim.
Felsefe profesörü Bekir Karlığa 1947’de Adıyaman’da; divan şiirini sevdiren adam, eski asker, şimdi ünlü bir yazar olan İskender Pala 1958’de Uşak’ta; Daron Acemoğlu 1967’de İstanbul’da; mezarı dışarıda, sesi içimizde olan Ahmet Kaya 1957’de Malatya’da; ‘Yitik Hazinenin Kâşifi’ Prof. Dr. Fuat Sezgin 1924’te Bitlis’te doğmuş.
Demek ki, insanın nerede doğduğu pek önemli değil. Önemli olan nerede ve nasıl yaşadığıdır. Hikâyeni oluşturacak aklın, hayal kuracak ve ona doğru yürüyecek azmin varsa sorun yok.

ZAMANA DİRENEMEYENLER...
Çankaya’daki ödül töreni bana bu günkü tartışmaların, “vatan haini” türü göndermelerin de ne kadar anlamsız, geçici olduğunu hatırlattı. Zamana direnemeyen kararlar hükümsüzleşiyor.
Sürgünde ölen ve bir dönem “vatan haini” ilan edilen Ahmet Kaya’ya, 28 Şubat sürecinde sakıncalı görülüp de ordudan atılan İskender Pala’ya,
1960 darbesinde üniversiteden atılan 147 profesörün arasında 40. sırada olan ve ülkesinden ayrılmak zorunda kalıp Almanya’ya giderken yanına sadece araştırmalarının yer aldığı iki bavul dolusu fiş ve belgelerini alan Prof. Dr. Fuat Sezgin’e, dünyanın en önemli 10 iktisatçısından biri olan Ermeni asıllı Türk vatandaşı Daron Acemoğlu’na bu gün devletin zirvesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül eliyle ödül veriliyor olması tarihi bir olaydır.
Devletin, kucaklayıcı, tutarlı, düşünen, şefkatle hareket eden, aklın rehberliğinde yol alan, sorun çözen, ileri bakan, ilkeli davranışları ve yüksek standartlarıyla vatandaşlarını onurlandıran yüzünün ortaya çıkmasına ihtiyaç var.
Ankara’nın -8’i gösteren sabah soğuğunda ve sisli havasında biraz endişeli girdiğim Çankaya’da, sahnede gördüklerimden sonra dışarıya tebessümle çıktım.
Güzel bir Ankara günüydü... Bu boğucu atmosferden ancak güzel günlerin sayısını artırarak çıkabiliriz. Çankaya’daki huzur ve sakinliğin umuma yansımasında azami fayda var.
Bu ara bir şey daha öğrendim; işadamı Ali Ağaoğlu, Köşk’teki hiçbir resepsiyona davet edilmemiş bu güne kadar.

ESKİ YANLIŞLARI SÜRDÜREMEYİZ
Son sözü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e bırakalım:
“Bu ülke, bu vatan, bu devlet hepimizin devleti. Siyasi tarihimize baktığımızda, hepimizin çektiği acılar, yanlışlar ve üzüntüler var. Ama ne yapalım ki kendi evimiz. Önemli olan evimizdeki yanlışlıkları, noksanlıkları fark edip, bunları düzeltme azmini ortaya koymak. Bu yönde, geçmişle mukayese ettiğimizde ne kadar mesafe aldığımızı, hâlâ almamız gereken mesafenin olduğunun da hepimiz farkındayız... Bir devletin büyüklüğü, vizyonu, kültür, sanat ve bilim insanlarına verdiği değerle ölçülür... Türkiye artık o noktaya doğru gidiyor.”
Bu sözlerden sonra Bakan Bey’in ne diyeceğini doğrusu hiç merak etmedim...
Ayrıca Bakan Bey’in açıklama yapmak için Köşk’ün içini seçmesi pek de şık olmadı...
Dünün “sakıncalı adamları” bugün zirvedeler.
İltifatını gösteren devlet bu tabloyu sık sık ‘olağanüstü’ olarak tanımladı...
Sanatın yerini ne tutabilir ki...
İskender Pala’nın ödül alırken anlattığı Kanunu Sultan Süleyman hikâyesi de her şeye değerdi...