Mehmet Soysal

Mehmet Soysal

mehmet.soysal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Gri bulutların kapladığı gökyüzünün altında ve yağmurların eşliğinde Londra’nın sokaklarında ‘acılara tutunarak’ dolaşıyor gibiyiz.

Ve bir kez daha “Hayat hayaldir” gerçeğini hatırlamanın hüznüyle.

“Ölüm yok olup gitmektir” diyenlere inat diyoruz ki ölüm hiç bitmeyen bir şarkıdır...

Ve aşkların en güzeline kavuşmaktır...

Kemal Tahir’in “Esir Şehrin İnsanları” dediği şehri bırakıp da gideli beş yıl olmuş.

23 Şubat günüydü toprakla kavuşması.

Tabutunun altına girip de bir saniyeliğine olsa da tutup taşıyamamanın acısı yüreğimizde kör bir kurşun gibi duruyor hâlâ.

Haberin Devamı

***

Fatih’te daracık bir sokakta iki katlı bir evdi.

Ve kapı numarası 23’tü...

İlk tanıdığımda 21 ve vatani görevini yapıp döndükten sonra birlikte çalışmaya başladığımızda ise 23 yaşındaydım.

İlk karşılaştığımızda “İsteyen kaybeder” sözleri kulaklarımda hâlâ çınlıyor.

Ve işte o ilk günden beri beklentilerini sıfıra indirgeyen biri olarak başını daima dik tutmaya ve son nefesine kadar da bir kalem dahi istemeyen biri olarak sevinçliyim, çünkü kaybedenlerden olmak istemedik.

***

“Bir benden, bir sen geçiyor” diyerek başladığımız günlerin üzerinden 30 yıl geçti.

Ayrılığıyla yüreğimiz üşüdü.

“Bilmem neden hırsızı yapan değil bilen zalım” şarkısındaki gibi “insanlar dargınıydı” lakin yine de yalancıların, hırsızların, hainlerin ve şebekelerin yüzüne gülümseyebiliyordu.

Ömrünü insan kazanmaya adamıştı.

Etrafındakiler kendisini aldattığını sanıyordu ama aslında herkesin ne olduğunu biliyor ve tanıyordu.

***

“Ateşi büyütme, belki söndürebiliriz Mehmed’im” diyordu ama biz de “Söğüt ağacından meyve beklemeyin, vermez, vermeyecek” demeye ısrarla ve inatla devam ettik.

Bin yıl boyunca bir yerlerde yanlış yapıyorduk ki bize göre on altı devleti bu ihmal yüzünden batırdık...

“Hainleri sadakate, sadıkları ihanete zorlayan” bu stratejiden vazgeçmemiz gerektiğini her fırsatta söylediğimde gözlerime bakıp “Allah’ın verdiğini kim alabilir, vermediğini de kim verebilir ki?” diyebiliyordu.

***

“Firavun’un sarayında Hazreti Musa’yı büyüten Allah, Kâbe’de ise Ebu Cehil dolaşmış, görmüş ama yine de iman etmemiş. Bu işler hesap işi değil, nasip işidir” diyerek kimin nerede, nasıl büyüdüğünün pek de bir öneminin olmadığını asıl meselenin
ne ve niçin yaptığıydı!

Haberin Devamı

“Gece sona erince kimin kiminle nerde sabahladığını” belki kimseler bilemeyecekti ama Allah elbette her şeyi bilen ve elbette görendi...

Dünyada kulların kula laf anlatması, dertlenmesi ve haykırması boşuna...

Herkes kendine yakışanı yapacak ve herkes kendi mezarına kendi avuçlarıyla ateşini götürecek...

Ölüm, her şeyi silip bitirecek...

***

23 Şubat soğuğunun ardından beş yıl geçip gitti.

Otuz yıl boyunca şerefimizle hizmet etmeye çalıştık, duasını aldık, birlikte yürüdüğümüz sevda yolunda son nefesine kadar birlikte olduk ve nokta kadar bizleri kırmadı...

Tek tesellimiz öteki âlemde buluşabilmek umudu var avuçlarımızda.

O bir ağabeydi, bizler ise kardeşi...

***

“Devletimle savaşmam” diyen ama bin bir oyunun döndüğü ülkede ne kadar kripto yüzlü adam ve istikbal avcısı varsa çoğu da etrafındaydı.

Haberin Devamı

Bizler de istiklal mücadelesi vermekle meşguldük...

Gittiği günden beri de kripto düşmanlarının düştüğü halleri görüyoruz ve daha da göreceğiz...

Bordro mahkûmları olarak yaşayanlar, dünya ve istikbal uğruna Allah diyenler, Allah için, vatan, millet ve bayrak için o sevda yolunda yürüyenler de elbet bir gün belli olacak...

İlahi adalet var çünkü...

O anlaşılmadı, anlatılamadı ama elbette bir gün her şey anlaşılacak...

“O ve Ben” hikâyemiz bitmedi, bitmeyecekti de...

O Enver Ağabey’di...