Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Her gün milyarlarca insan başkalarına sesini duyurmak için bir sürü şeyi tweet’liyor, bir sürü yorum bırakıyor, blog’larına bir ton post giriyor. Ama kimse başkasını “dinlemiyor”. Saptama kişisel değil, tamamen bilimsel

Sesin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha anladım. Geçen hafta Brand Week çerçevesinde “sound” uzmanı, “Sound Business” kitabının yazarı
Julian Treasure İstanbul’daydı.
Treasure pazarlamada ve markaları ilgilendiren konularda “ses”in kullanımı konusunda dünyadaki ender uzmanlardan. Kendisi bir konuşma yaptı, ardından da sorularımı yanıtladı.
Sesin insanlara daha hızlı ya da
daha yavaş yemek yedirebileceğini biliyor muydunuz? Daha fazla ya da daha az alışveriş yaptırabileceğini, daha az suç işletebileceğini. Derslerde doğru ses tasarımı ve akustik ile öğrencilerin ve öğretmenlerin başarısının neredeyse
yüzde 50 artabileceğini.
Bir markayla bir sesin özdeşleştiği durumlar da var. En tanınmış örneği Nokia melodisi. Günde 1.8 milyar kez çalıyormuş bu melodi dünyada. “Happy Birthday” falan onun yanına bile yaklaşamıyor. Mesela Mac’lerin açılış sesi önemli bir marka değeriymiş.
Microsoft her yeni sürümde bunu değiştirdiği için çok büyük para ve marka değeri kaybetmiş. Her şeyden öte böyle marka olmuş bir melodisi yok.

Kimse diyalogdan yana değil
Bunlar hep sektörü ilgilendiren şeyler. Benim daha fazla ilgimi çeken farklı şeyler de söyledi Treasure. Dedi ki dünyada bugün her zamankinden daha fazla mesaj var. Herkes bir şeyler söylüyor, dünyaya, uzaya, evrene ya da her neyse siber âleme mesajlarını iletiyor, duygularını ve düşüncelerini açıklıyor.
Her gün herkes muhtelif konulardaki düşüncelerini, yorumlarını, yediği yemeği bile paylaşıyor. Ama kimse dinlemiyor ki... Herkes söyleme peşinde, kimse dinlemekle ilgilenmiyor.
Treasure; “Bugün herkesin kişisel birer yayıncı olduğu ama başka kişisel yayınları pek dinlemediği, onlarla ilgilenmediği bir çağdayız” dedi.
Aynı bizim tartışma programları. Hani konuşan Türkiye falan özlemindeydik ya. Şu anda “aşırı konuşan” Türkiye olduk. Konuşuyoruz ama dinlemeyi bilmiyoruz. Kimse diyalogdan yana değil, herkes kişisel yayından yana. Neyse Türkiye’de olan biten dünyanın da hastalığıymış onu öğrendik.
İletişimde kişisel yayıncılığın gelişerek devam edeceğini öğrendik, Podcast’çiliğin geleceğinin parlak olduğuna vakıf olduk.
Yani klavyeye kuvvet, Twitter’a takılmaya, Facebook’ta statü güncellemeye, Instagram’da ayak fotosu koymaya devam...

Haberin Devamı

“Tok sesli siyasetçi daha fazla oy alır”

Haberin Devamı

“Siyasette sesin nasıl bir etkisi var?” diye sordum. Julian Treasure şunları söyledi:
“Daha derinden konuşan, tok sesli siyasetçilere oy vermeye eğilimliyizdir. Thatcher çok yüksek sesle konuştuğundan ve sesi yükseldikçe inceldiğinden vokal koçundan alçak ve tok sesle konuşma dersleri alıyordu. Kalın ses güven verir.”
“Türkiye’de siyasetçiler bağırarak konuşuyor. Bu iyi bir fikir mi?” diye merak ettim. Yanıt şöyle:
“Dinleyen açısından ele alırsak etkili değil. Aynı ses tonuyla konuştuğunuz sürece yüksek
ya da alçak ses fark etmez, bir noktada ilgi azalır ve dinleme oranı düşer. Ancak günümüzde siyaset iletişimi ve hitap giderek daha fazla kavga ve tartışmaya dönüşüyor. Çatışma ilgi görüyor. Hitabet teknikleri buna göre gelişiyor.”

Haberin Devamı

PAZAR ALBÜMÜ

“Confection” / Sebastien Tellier

Fransızların eskiden Serge Gainsbourg’u vardı. Kendine oluşturduğu acayip şık, seksi ve tarz, dünyada elaleme eyvallahı olmadan takılıp giden, arada sigarasından derin bir nefes çekip çatlak sesiyle mırıldanan modern zamanların Fransız anti-kahramanıydı Gainsbourg. Şimdi Fransa’da Sebastien Tellier var. O da kendine has, video dönemi kıta Avrupa’sı pornolarından esinlenip estetize ettiği şık; modeller, modacılar ve tasarımcılarla dolu ortamında güzel güzel takılıyor. Alameti farikası, piyano ve synthesizer marifetiyle (en sevdiğim marifet) new wave ortamlar yaratması.
Albüm mü? Bir “Kilometer”, bir “Look”, bir “Roche” yok. Ama iki adet “Ritournelles” gözlemledim: “L’Amour Naissant” serisi ve “Delta Romantica”. İsimleri bile yeter.
Yetişkinler gün boyu yemeklerden önce ve sonra, aç ve tok, diledikleri kadar tüketebilir. Yalnız ergenlerin ulaşamayacağı yerlere koyun. Doz aşımında televizyonu açıp bir başbakan demeci izleyin.