Otobüsle güneye giderken başınıza neler gelebilir? Hangi koyda ne yemeli, nerede denize girmeli? Hafif Müzik’in tatil izlenimleri başlıyor...
Güneyde Alaçatı - Türkbükü ekseni dışında hayat var mı yok mu? Merak konusu. Geçen hafta araştırmaya giriştim. Yollara düştüm. Soruyu şöyle yanıtlayabilirim. Hayat asıl o noktada başlıyor. Başlasın...
Uçak bileti bulamadım. Otobüsteyim. Eski dost otobüs. Gidiş Ulusoy dönüş Kamil Koç kafası.
Eyvahlar olsun. Gidiş Varan’mış. Yanlış otobüsteyim. Bir de kavga edip bindim “Benim biletim var” diye, tam rezillik. Tarihte Ulusoy ile Varan’ı karıştıran tek insan ben miyim? Şöföre yalvardım, acıdı beni otobanda indirdi. Güç bela taksiye bindim, Varan’ın Ataşehir’deki tesislerine vardım. Ortada otobüs motobüs yok. Tatilim başlamadan bitebilir.
Yetiştim ama herhalde bir otobüse yetişmek için bilet parası kadar taksi parası veren tek kişi benim. Merhaba otobüs. Hatta “otobos...”
Kulaklık terörü
Kulaklık terörü hemen bitmeli. Bu konuda her türlü açılıma sıcak bakıyorum. Arka çaprazda kafa sallayarak metal dinleyen bir eleman var. Kulaklığı en ucuzundan, en kötü kalite olduğu için bütün ses dışarıda. Bütün otobüs kafa sallasak yeridir. Önümdeki teyze de Varan’ın kötü kalite kulaklıklarını boynuna takıyor kolye gibi ve sesi sonuna kadar açıyor. “Teyzecim ne yaptın, kulaklık kulakta güzel” dedim. “Acıtıyor, böyle daha rahat” dedi. Teyze şu anda hip hop dinliyor Varan radyoda. Biz de...
Cam mı koridor mu? Kek mi, bisküvi mi? Çay mı, kahve mi? Otogar mı, İçmeler mi?
Öndeki kadın koltuğu sonuna kadar indirdi. Şu anda teknik olarak kucağımda yatıyor. Çayımı alnına koyasım var.
Az önce Eldorado Soğuk Hava Deposu diye bir yerin önünden geçtim. Hayırdır inşallah.
Yanımdaki adam torbasından bir şişe çıkardı, kapağını açar açmaz şişe şampanya gibi patladı, ortalık battı. Kadınlar çığlık attı. Meğer şıraymış. Yanımda gece yarısı kendi bahçesinin üzümlerinden yaptığını söylediği şıradan içen ve ortalığı batıran bir adam var. Sinirli değilim.
Şıra şokunun ardından şarap şoku geldi. Geçen sene kendi bahçesinden 45 litre şarap üretmiş bu adam, onu anlatıyor. Çok güzel olduğunu iddia ediyor. Mehmet Yalçın’ın cebini verdim.
Marmaris,
Tansaş aynı şey...
Marmaris’e sağ salim vardım ve toprağı öptüm. Ve şunu anladım. Marmaris Tansaş’tır. Burada kime ne sorsanız size “Tansaş’ı bildin mi?” diye başlıyorlar. “Yacht Marina nerde?” “Tansaş’ı bildin mi?” “Denizbank nerde?” “Tansaş’ı bildin mi?” “Eczane?” “Tansaş...”
Marmaris obez olmuş. Turistler bile burada obezleşmiş ya da obez olanlar buraya gelmiş. The Obez-land. Mutsuzluk mu mutluluk mu obez yapar. Bilemedim.
Marmaris çirkin bir yer. Hemen uzaklaştım.
Yacht Marina’dan bir tekneyle açılıyoruz. 12 metrelik bir yelkenli. 2007 model bebek gibi bir Jeanneau.
Kaptandan ilk fırçayı yedim. “Sağdaki şamandıralara paralel git. Önüne bak. Adanın solundan geç...” Tekne çok heyecanlı ama bol fırçalı... Şikayetim yok.
Yelkenlideki kamaralar ufak ama gece saray gibi geliyor. Yelken gün boyu insanı yoruyor ve gece tatlı tatlı uyuyorsunuz. Gece ıssız koyda ay çıldırıyor.
Sabah kalkınca yüz yıkamak yok. Denize atlayıp yüzmek var. Hayat güzeldir.
“En”ler...