Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sevgili Bono, dedin ki “Biz insan hakları ihlalleri yüzünden değil, şovumuzu gerçekleştirmek için yeterli para bulunamadığından gelemedik bugüne kadar”. Ama Egemen Bağış (hani köprüde yanında duran takım elbiseli) öyle demiyor, haberin var mı?
Sevgili Bono. Üç yıl dedin, beş yıl dedin yıllarca gelmedin. 80’ler geçti, memlekete bir çay içmeye olsun uğramadın. Komşuya gittin, bizi hep pas geçtin.
Dediler ki “İnsan hakları ihlalleri var diye gelmiyor”. Biz de seni öyle bildik. Kimimiz küfretti, kimimiz saygı duydu (Ben küfretmedim).
90’lar geçti, siz grupçana büyüdünüz, dünya küçüldü. Sonunda yıllar sonra bir gün, gelmeye karar verdiniz. Yurt sathında sevindik, ilk bileti Ağrı’dan satın aldık.
Siz gelmeden dev basın toplantıları düzenlendi. Öğrendik ki başta köprüde yanınızda yürüyen bakanımız Hayati Yazıcı (hani eşofmanlı olan) ve diğer bir bakanımız Egemen Bağış (takım elbiseli, güleç olan) sonra da başbakanımız senin hep hayranınmış. En çok onlar ilgilendi seninle, bir an yalnız bırakmadılar, her fotoğrafa girdiler. Biz yıllardır gelmenizi bekleyenler uzaktan izledik. İçimizden gazeteci olanlar, sorular sorduk: “İnsan hakları ihlalleri yüzünden mi gelmediniz?”
Dediniz ki “Yok öyle bir şey. Bizim buraya gelemeyişimizin nedeni bizim turnelerin masraflı olması. Sahne, alet edevat, çok para tutuyor. Ödeyen olmamıştı şimdiye kadar.”
“Peki” dedik. “Meğer insan hakları değilmiş. Finansal sorun çözülünce (bu durumda 2010 Ajansı çözdü, teşekkür ediyoruz) geliyormuş Bono ve arkadaşları.
Ne güzel.”
Sevgili Bono...
Sen gideli dört ay olmadı ama burada işler biraz değişti. Hani o köprüdeki takım elbiseli güleç yüzlü adam vardı ya, işte onun takım elbisesine protestocu bir öğrenci yumurta attı. Bunu yapan şu anda takım elbise kirletmekten iki yıl iki ayla yargılanıyor. Seninki uzlaşsa ceza kalkacak ama uzlaşmıyor.
Polis daha sonra başka öğrencileri de “Başbakana yumurta atabilirler” şüphesiyle eşek sudan gelinceye kadar dövdü. Değerli bir bakanımız “Kendilerini yere atıyor bunlar” dedi.
Neyse Bono, değerli zamanını almayayım. Hadise şu:
Takım elbisesine yumurta attı diye bir öğrenciyi iki yıl hapse tıkmaya çalışan adam “Biz daha demokratik olduğumuz için U2 memlekete geldi” diye böbürleniyor şu günlerde.
“U2 Türkiye’deki demokrasinin, insan haklarının seviyesiyle ilgili şikayetlerini dile getirip Türkiye’ye gelmeyi reddediyordu. Kültür başkenti olmamızla birlikte medeniyetler beşiği olmamız birleşti ve o konser gerçekleşti” diyor.
Hani insan hakları meselesi değildi değerli Bono? Eğer öyleyse neden bize doğruyu söylemediniz? İleri demokrasimiz bunu kaldırırdı.
Yok eğer doğruyu söylediyseniz
o zaman bileceğiz ki Egemen Bağış yalan söylüyor.
Sen ki ardından mektup yollamanla tanındın memlekette en az şarkılarınla olduğu kadar, bir mektup daha yazsan da işin aslını öğrensek, ey Berlusconi’nin bile çekindiği yiğit Bono. Hem belki şu öğrenci kız da iki yıl hapis cezasından kurtulur.
Edge’e, Adam’a, Larry abimize, İrlanda’nın kurşun gökyüzüne selamlar sevgiler. Danger Mouse ile yaptığınız yeni albümde başarılar.
İmza; Türkiye’den bir U2 dinleyicisi.

Hani “insan hakları” değildi


Bülent Ortaçgil’in yeni albümü “Sen”i dinlerken anladım ki...
“Her müzisyen yaşı ilerledikçe eski şarkılarının kötü birer kopyasını yapar” diye bir kural yokmuş.
İyi bir şarkı yapmak için 365 gün değil biraz huzur ve bilgelik lazımmış.
Bir Bülent Ortaçgil albümünde majörler tükenmezmiş, minörlere yolculuk olmazmış. Majörler minörlere karışırmış.
Caz desem değil, pop desem değil, rock desem değil. Türkü değil, şarkı değil. Bülent Ortaçgil şarkılarını kategorize etmem imkansız.
Dili klişesiz, sadelikle kullanmanın şampiyonudur Bülent Ortaçgil. “Adalar insanlar gibi, su altından tutuşmuş elleri” demiş adam, daha ne desin?
“Bu su hiç durmaz” , Ortaçgil bize hayatı anlatmaya devam ettiği sürece sırtımız yere gelmez.

İTİRAF EDİYORUM...
*Ziynet Sali’yi “Bize Yeter” isimli albümün kapağında Jennifer Lopez’e benzetmek için kaç saatlik bir fotoşop mesaisi yapıldı öğrenmek istiyorum. Hatta istiyoruz. Yoksa fotoşopta özel “JLo” tuşu mu var?
*Leman dergisini okuduğumda kendimi artık iyice 90’larda hissediyorum.
*Geçenlerde nasılsın dediğim bir arkadaşım, “Sorma ‘sign out’lardayım” dedi. Jargona girsin. Olaylardan kopuk olmak, alemlerden elini eteğini çekmek anlamında “sign out’lardayım şekerim.”
*Amy Winehouse’u doğum gününe ya da düğününe şarkı söylemeye çağıracak zevk sahibi bir tane zenginimiz yok mu merak ediyorum. Hep Ruslar hep Ruslar...

EN SAMİMİ ALBÜM
Grubun adı Bakkal. Albümün adı “Koyver gitsin...” Neden sevdim biliyor musunuz? Bakkal şarkıları (“Pınarbaşı Burma”, “Bu Gece Barda” vs...) alıp söylemişler. Hiç lafı dolandırmadan kendilerine Bakkal demişler. Gerisini de harbiden “koyvermişler”. “Samimi bir albüm oldu” klişesi vardır ya. Bu gerçekten samimi. Yaptıkları işi süslü cümlelerle allayıp pullayıp bizi aptal yerine koyan bültenlerden sıkıldığımız bir dönemde iyi geldi. Albümde tam da kapağına bakınca tahmin ettiğiniz şeyi buluyorsunuz. Kötü düzenlemeler, yetersiz vokaller, “eller havaya” tarzında klasik bakkallar. Hah şöyle. Delikanlı gibi açık açık konuşalım. Kimse kimseyi kandırmasın. Yolunuz açık olsun İzmirli Bakkal. Samimiyet ödülü size. Benim yorum da samimi oldu ama...

10 tane “bilinmeyen dil”
Züleyha’nın “Etnik Dillerde Livaneli Şarkıları” isimli albümünde Zülfü Livaneli şarkıları Lazca, Hemşince, Ermenice, Kürtçe, Zazaca, Rumca, Farsça, Arapça, Gürcüce dillerinde söyleniyor.
İlk şarkının sözlerine bakıyorum ve dinliyorum. Nece bilmiyorum. Çünkü yanında yazmıyor. Acaba Lazca mı, Kürtçe mi, Ermenice mi, Zazaca mı, Gürcüce mi? İkinci şarkı aynı. Üçüncü şarkı aynı. Ülkemizde konuşulan dillere bu kadar yabancıyız. Oysa Fransızca, İngilizce, Almanca, Japonca olsa bilmeseniz dahi anlarsınız hangi dil olduğunu.
Bu albümü dinleyin,
dinleyin ki memleketimizde konuşulan diller “bilinmeyen dil” olarak kalmasın.
Bir yerden başlamak lazım, geç de olsa...