Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Altın Portakal ödüllü “Bornova Bornova” filmi şifreli kanalda sansürlenince yönetmeni İnan Temelkuran dava açtı. Şifreli kanallardaki sansürü artık tartışmaya açmak gerekiyor

Hem şifreli, hem paralı, hem sansürlü

“Bornova Bornova” filmide rol alan Öner Erkan En İyi Oyuncu dalında ödül kazanmıştı.

Sinema kanalıyız diyeceksin. Üyelik satacaksın. Sinema paketi aldıracaksın. Sonra insanların kendi rızasıyla para ödeyerek satın aldığı sinema kanallarında Altın Portakal ödüllü filmi sansürleyip öyle izleteceksin.
Türk halkı küfür etmez, Türk halkı o....uluk yapmaz, Türk halkı içki, esrar içmez, Türk halkı... Neyse yani, böyle kafalar...
“Neden yaptın peki?” diye soru sorulunca da “Ne yapalım, RTÜK fena ceza veriyor, onlar kesmeden biz kesiyoruz” deyip işin içinden sıyrılacaksın.
2012 model Türk televizyonculuğu böyle.
“Bornova Bornova” filminin yönetmeni İnan Temelkuran, eserini şifreli kanala veriyor. Sonra ödüllü filmi televizyonda bir izliyor ki tanımak mümkün değil. Neredeyse her sahnesine müdahale edilmiş. Baştan aşağı budanmış film.
Hani belediyenin sağda solda testerelerle daldığı ve bir adet kütüğe çevirdiği ağaçlar var ya, aynen öyle...
Kanallar filmlerin sahipleriyle öyle anlaşmalar yapıyor ki filmi her türlü kesip biçme hakkını kazanıyor. Yoksa o filmi almıyor ve göstermiyorlar. Temelkuran sözleşmeye imza atmış ama elbette budanan filminin hesabını sorma hakkı var. Neticede bir sanat eserini eser sahiplerinin haberi ve onayı olmadan kafanıza göre değiştirip yayımlıyorsunuz.
Bu dava önemli çünkü eğer kazanılırsa bir örnek teşkil edecek. Çünkü bu sayede birileri masalarının başında oturup filmleri dizileri, sanat eserlerini kesip biçemeyecek. Eser sahibinden onay alması gerekecek.
Ben Türkiye’de sansürün kurumsallaşmasını, standartlaşmasını, sıradanlaşmasını sadece RTÜK’e ve yasasına bağlayanlardan değilim. Kanallar da bu işte sorumlu ve kaçak
oynayarak sorumluluklarından sıyrılma peşindeler. Çünkü haklarını aramıyorlar.
Çünkü hakkımızı aramıyorlar.
Bir sürü paralarını aldıkları üyelerinin adına seslerini yükseltmiyorlar. “Bir dakika, bu kanallar özel ilgi alanına giriyor, herkese açık değil, kişi kendi rızasıyla para ödeyerek izliyor” diye itiraz etmiyorlar. “Biz hem dekoder satarak hem de genel paket dışında özel paket satarak iki kez filtre uygulamış oluyoruz” demiyorlar. Kamuoyu yaratmayan, RTÜK kanununun bu konuyla ilgili belli maddelerini değiştirmek için hukuki sürece girişmeyen, çözüm üretmeyen, kusura bakmayın ama sorumludur. Ve durumdan da memnundur.
Kanallar bu konuya para kaybetmekten korktukları için girmiyor. Nasılsa üyeler sesini çıkarmıyor diye düşünüyorlar. Ve haklılar. Çünkü kimse sesini çıkarmıyor. Twitter’da Facebook’ta bir şeyler paylaşılıyor, hepsi bu. Adile Naşit’li hamam sahnesinden resimlere, heykellere, ‘et’ gören buzluyor.
Yakında karakterler komple buzlanıp bir bir yok edilirse şaşırmam. Teknoloji onun da bir yolunu bulur. Bir kovboy filmini baştan sona suratı çiçekten daldan görünmeyen adamlara bakarak izlemekten rahatsız olmayana her şey müstahak.
Bakalım önümüzdeki günlerde sansür
ne kadar konuşulacak, ne kadar tartışılacak; liberaller, özgürlük savaşçıları, demokratlar ne kadar bu meseleyi sahiplenecek...
Bu konuyu takip etmeye devam edeceğim.

Haberin Devamı

40 yıllık üç albüm!

Haberin Devamı

Bazen müzikte yeni bir şeyler bulmak için eski şeylere bakmak lazım. Geçenlerde bir sebepten Caetano Veloso’nun “Transa” isimli albümünü dinliyordum. Baktım ki bu albüm 1972’de yayımlanmış. Yani tam olarak 40 yaşında. O yıl hangi albümler yayımlanmış diye araştırınca 40 yıllık ama hala eskimemiş ve yeniden keşfedilmeyi bekleyen başka albümler de olduğunu fark ettim.
* “Transa” / Caetano Veloso: Brezilyalı Veloso’nun albümü Londra’da sürgünde olduğu yıllarda kaydedilmiş. Bazı şarkılar İngilizce, bazıları Portekizce. Bazıları her iki dilde karışık. 2012 model ticari müziğe o kadar alışmışız ki insanın zihni sıfırlanıyor
bunu dinleyince.
* “Young, Gifted and Black” / Aretha Franklin: Adını Nina Simone’un şarkısından alıyor bu albüm. En büyük hit’i “Day Dreaming”. Şahane ötesi bir şarkı. Ben gaza gelip üzerine bir de Amy Winehouse plağı koydum. Size de tavsiye ederim.
* “Something / Anything?” Todd Rundgren: Bu şahane iki plaktan oluşan pop rock albümünde neredeyse her şarkı kendi başına hit. En ünlüsü “Virgin Suicides”ın soundtrack’inde de yer alan “Hello It’s Me”. Ben pop diye bir şey olacaksa böyle olmalı diye düşünürüm hep bu şarkıyı dinleyince.

Haberin Devamı

Hem şifreli, hem paralı, hem sansürlü

CUMARTESİ ALBÜMÜ

“Born to Die” Lana Del Rey

Yılın belki de en fazla beklenen albümüydü. 31 Ocak’ta dünyada piyasaya çıkmasının ardından geçen hafta Türkiye’de de satışa sunuldu. Kimileri Lana Del Rey’e proje gözüyle bakıyor ve eleştiriyor, kimileri ona hayran, müziğinde kendini buluyor. Ama kesin olan şu ki kimse kayıtsız kalamıyor. Bir süredir bu albümden “Born to Die”, “Video Games”, “Blue Jeans” gibi şarkılar zaten paylaşılmıştı. Albümün tamamı aynı anlayışta devam ediyor ve eminim hepsi tek tek single olarak başarı sağlayacak. Bu bir rock ya da pop albümü değil, daha ziyade bir projenin müzik ayağı. Del Rey yeni Amerikan ikonu olmak istiyor. Ve bunu görünümüyle de tamamlıyor.
Diyeceksiniz ki “Tamam, anladık; peki albüm nasıl, sen onu anlat”. Albümde güçlü şarkılar var. Güçlü ve duygusal şarkılar. Tam anlamıyla insanı ele geçirmeye yönelik. Del Rey’in üzgün, duygusal ve kırılmış halleriyle birleşince hedefi 12’den vuruyor. Bir Zaz kadar Türk insanını çıldırtır mı emin değilim. Ama yılın en çok satan yabancı albümü olacağını tahmin ediyorum.

Hem şifreli, hem paralı, hem sansürlü

Eurovision şarkısından ne öğrendim?

* Eğlenceli ve herkese hitap edebilecek bir şarkı yapmak kimsenin tekelinde değilmiş.
* Can Bonomo’nun sahnedeki samimi tavırları onu tanımayanlarda da çok olumlu etki bırakıyor, stüdyoda olanlar bunu gördü.
* Hem yerel ezgileri kullanıp hem de yeni tınlayan bir pop şarkısı yapmak imkansız değilmiş.
* TRT spikeri tarzı diye bir şey var ve hep olacak. Yıllar geçiyor ama bu değişmiyor.
* Ne kadar Eurovision şöyle böyle falan desek de hepimiz gaza gelip heyecanlanıyoruz işte neticede...

İTİRAF EDİYORUM*

* Demet Akalın’ın “Bu şarkı derece alırsa demek ki ben zevksizim” açıklamasıyla benim gözümde Eurovision şarkısının iyi olduğu kanıtlanmış oldu.
* “Pahalı telefonlar aldık gelmeyen mesajları beklemek için parlak ekranlarda” demiş ya şair. Pek hoşuma gidiyor.
* Beşiktaş’ta Kaset diye bir kafe keşfettim. İçinde bir adet kuyu, elinde kaset tutan strafordan kardan adam (strafor adam) ve “Plak da çalıyoruz” tadında afişler var. Enteresan kafalar.
* “Bu sabah(ın köründe uyanma)ların bir anlamı olmalı” diye değiştirmek istiyorum Vega’nın şarkısını bazen...
* Karda bile ‘lastik’ ayakkabıyla dolaşmayı seviyorum. Tıpkı Berlin’de eksi 10 derecede ceketle dolaşan hipster’ları sevdiğim gibi. Bize ne kar yağdıysa...
* “Bilmem neleri tanıyınca bilmem nelerden nefret ettim” kalıbındaki boşlukları çeşitlendirerek doldurmak istiyorum.
* Hayatımda ilk kez x-ray cihazının altında “N’aber nasılsın?” diye öpüşen ve muhabbet eden iki insan yüzünden kuyruk oluştuğuna şahit oldum. (bkz. gamsızlar).