Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Amerika’da organize suç dünyasını anlatan Netflix filmi “The Irishman”in üç büyük ismi Robert De Niro, Al Pacino ve Martin Scorsese ile Londra’da bir araya geldik

Yağmurlu bir sonbahar gününde Londra’daki Corinthia Oteli’nin ikinci katında genişçe bir odadayız. Dünyanın dört bir yanından gazeteciler olarak tartıştığımız konu az sonra içeri girecek ve masanın diğer ucuna oturacak Robert De Niro ve Al Pacino’ya hangi soruları soracağımız. Amacımız sinema tarihinin muhtemelen en büyük mafya filmleri arasına girecek “The Irishman” ile ilgili kısa bir sürede ilk ağızdan toplayacağımız mümkün olan en fazla bilgiyi okurlara ulaştırmak. İki dev ismin ardından yine aynı yöntemle sorguya çektiğimiz yönetmen Martin Scorsese’ye ait bölüm, filmle ilgili pek çok konuyu aydınlatması bakımından önemli. Umarım bu ‘soru-cevap’tan faydalanır, keyif alırsınız.

Haberin Devamı

“İşimizi kolaylaştıran kestirme yollar var”

Birlikte çalışmak sizin açınızdan nasıl bir deneyim?

Al Pacino: Birbirimizi çok uzun zamandır tanıyoruz. İlk kez 1968 yılında tanıştık. İkimiz de o zamanlar genç aktörlerdik. Zaman içinde yollarımız kesişti ve sanırım ikimizin de başına benzer şeyler geldi. Hayatlarımız farklı yönlere doğru gitti ama aramızdaki bu simbiyoz bizi tekrar bir araya getirdi. O noktadan sonra da hep yakın olduk. İşin aslı çok sık görüşmedik ama ne zaman karşılaşsak bilirim ve hissederim ki o oradadır. Paylaştığımız çok ortak şey var. Ve bir şekilde biz hayatta birbirimize çok da yardımcı olduk. İşin aslı, bu soruya hakkıyla yanıt vermem birkaç gün sürebilir.

Filmde canlandırdığınız karakterler arasındaki ilişkiyi aranızdaki bu dostluk çerçevesinde nasıl tanımlarsınız?

Al P.: Ne kadar yakın olsanız da karşınızdaki insanla ilişkinizi yeniden keşfetmeniz gerekiyor. Yeniden ve yeniden. Biz bunu çeşitli defalar yaptık. Bu bir yol galiba. Daha önce geçtiğimiz bir yol. “Heat / Büyük Hesaplaşma”da karşı uçlardaydık. “Righteous Kill”de yakındık. “The Irishman”deyse farklı bir biçimde yakındık. Bana kalırsa karşılıklı tecrübelerimizden sonra geldiğimiz noktada filmdeki ilişkiyi kurmak göreceli olarak daha kolaydı. Elbette her şey senaryoda vardı. İki karakter birbirlerine zaten çok yakınlardı. Gerçek hayatta da bu yakınlık bu iki kişi arasındaki (Frank Sheeran ve Jimmy Hoffa kastediliyor) ilişkinin doğasında mevcuttu.

Haberin Devamı

Filmdeki diğer bazı oyuncularla da daha önce yollarınız kesişmişti. Onlar için de aynısını söyleyebilir misiniz?

Robert De Niro: Söylenebilir. Joe Pesci’yle filmden önceki dönemde buluşmalarımızda “Hadi Joe bunu tekrar yapabiliriz, daha önce yaptık zaten” diyordum: “Film için parayı bulmak zordu, film yapmak zaten çok zor, gerisini biz halledebiliriz.” Bu yakınlık çeşitli şekillerde filme yansıdı.

Scorsese’yle benzer ortamlardan gelmiş olmanıza rağmen daha önce neden birlikte film yapmadınız?

Al P.: Hayatta ne kadar yakın olursanız olun, bu işte birlikteliklerin hangi şartlarda olgunlaşıp bir filme dönüşeceğini alsa bilemezsiniz. Birkaç kez Marty’yle (Scorsese’ye “Marty” diye hitap ediyorlar) film için bir araya geldik. Bir önemli projemiz “Modigliani” filmiydi. Ama olmadı.

Haberin Devamı

Robert De N.: Bu film de aslında bir şekilde benzer aşamalardan geçti. Zaman zaman durdu, zaman zaman devam etti. Al beni arayıp “Ne oldu çekiyor muyuz şimdi?” diye soruyordu. Ben de ona “Evet evet yapacağız merak etme” diyordum. Şöyle oldu, şunu halledemedik ondan geciktik... Bu şekilde zorlu yollardan bu projede de geçildi. Olabilecek her kritik dönemeçten biz de geçtik. Sanıyorum dokuz yıl önce ilk kez bu konuda konuştuk. Sonra yedi yıl önce tekrar konuştuk. Beş yıl önce okumalara başlıyoruz artık diye konuşuyorduk. İnsanları bu perspektife sokmak, zamanlamayı tutturmak kolay olmadı. Çok uzun zaman aldı. Uzun sessizlik dönemleri oldu. Hakikaten büyük bir mücadele verdik bu filmi yapmak için.

“Casino”dan (1995) bu yana Scorsese ile çalışmadınız.  Yeniden sette buluştuğunuzda birlikte olmak nasıldı?

Robert De N.: Marty’yle çalışmak her zaman iyidir. Hep iyi anlaştık. Marty’ye ilk kez kitabı göstermemin üzerinden 13 yıl geçti. Çekimlere bundan 10 yıl sonra başlayabildik. Pek çok kişisel projede takvimlerin uyuşmaması arayı açtı. Ama sette her şey çok güzeldi. Onunla yıllar içinde pek çok güzel projede çalıştığım için çok şanslıyım. Birlikte çalıştığım diğer insanlar için de durum benzer. Onlarla da farklı projelerde çalıştım ve elbette aramızda işimizi kolaylaştıran “kestirme yollar” var.

Amerika’da siyasetin mafyalaşmasına dair pek çok yapım izledik. Ama bugün galiba her zamankinden daha güncel bir konu bu.

Robert De N.: Amerika’daki en gerçek ve en acil gündem, şu anda Amerika’nın istediği her şeyi yapabileceğini düşünen gangster bir başkanının olması. Tamam diyelim ki bu böyle. Ama yaptıkları yanına kâr mı kalacak? Bedelini ödemeyecek mi? İşte esas konu budur. Eğer ödemezse o zaman büyük bir sorunumuz olur.

Sizce Trump hapse girecek mi?

Robert De N.: Ben bunu görmek için sabırsızlanıyorum. Ölmesini hiç istemem. Hapse girmesini istiyorum.

“Bazen tutku yetenekten daha motive edicidir”

Bu yaşta birlikte oynamak, daha genç dönemlerinizde birlikte oynamaktan farklı mıydı?

Robert De N.: Farklıydı ama ben hoşlandım.

Al P.: Ne yaptığınıza bağlı. Bazen esinlenmelerle hareket ediyorsunuz. 20 yıl öncesine gidip bir esinlenme yaşıyorsunuz. Bir tane karakter inşa ediyorsunuz ve buna sadık kalıyorsunuz. Bu, bir tür teknik. Ben teknik olarak her zaman biraz tiyatroya eğilimliyimdir. Okumalarımda her defasında başka yerlere doğru gidebilirim. Metni de kendimle götürürüm. Bazen çalışırken bir şey elde etmek için ara vermek ve metnin seni nereye taşıdığında bakmak iyi gelir. Durmak özgürlük alanını kısıtlıyor gibi görünse de aslında bazen işinle gerçekten bir bağ yakaladığın anlar bu tip anlardır. Diğer yandan canlandırdığın karakterle ilgili hep beyaz bir sayfayla başlamak da iyidir. Bazen oyunculukla ilgili hiçbir şey bilmediğimi düşünüyorum. Her role sıfırdan başlıyorum ve bu, beni heyecanlandırıyor. Bazen tutku yetenekten daha motive edicidir.Bu yanıt giderek oyunculuk dersine döndü.

“İşimizi kolaylaştıran kestirme yollar var”

Martin Scorsese: “Varlığından geriye ne kalacak?”

Robert De Niro ile tanışıklığınız eskiye dayanıyor.

De Niro muhtemelen benim nereden geldiğimi bilen tek aktör. 16 yaşındaydı. Ben de aynı yaştaydım. O Kenmare Street’teydi. Ben Elizabeth Street’te oturuyordum. (Manhattan’da East Village bölgesinde birbiriyle kesişen iki sokak.) Birlikte büyüdüğüm insanları tanıyor. Bulunduğum çevreyi ve kurallarını biliyor. Pesci, Bronx’tandır. Orası hakkında en ufak bir fikrim yok. Ama belirli bir bölgede, belirli bir zaman diliminde büyüdüm. 1949-1964 yılları arasında. Ve orayı çok iyi bilirim. Bob da aynı dönemde oradaydı. Çok yakın değildik ama birbirimizi tanırdık. O insanların arasında büyüdük ve hayatta kaldık. Bulacağımız oyuncular her ne kadar aynı yerlerden geliyor olsalar da farklı bir zaman dilimine ait olacaklardı. De Niro’ysa bağlamı biliyordu. O dönemin önemli şahsiyetlerini tanıyordu. Bunları genç oyunculara açıklamam gerekecekti. Bir noktada dijital gençleştirme tekniği gündeme geldi. Başta şüpheyle yaklaştım çünkü bu tipteki oyuncuları bu işlem için gereken kaskları takarak oynatamazsınız. Bu mümkün değildi. Yani başka türlü bir şeyle gelmeleri lazımdı. Bu mesele hallolunca sıra maliyete geldi. Bu iş için para bulmak kolay değildi. Son dakikaya kadar da bu mümkün olmadı. Ta ki Netflix işin içine girene ve para verene kadar.

Teknolojiyi ve tüm bu gençleştirme sürecini büyüleyici mi buluyorsunuz yoksa korkutucu mu?

Her ikisi de. Korkutucu, heyecan verici. Açıklaması güç ama performansı bir anlamda yeniden yaratıyor. Bunu dijital unsurlar kullanarak yapıyorsunuz. Aynı aktörden iki performans elde etmek gibi. Ama yine de pek çok sahneyi kare kare yeniden oluşturmanız gerekiyor.

Filmdeki olayların gerçek mi, şehir efsanesi mi olduğunu tam bilemiyoruz. Bu çeşit bir efsaneleşme konusunu nasıl yorumluyorsunuz?

Kitaba göre Sheeran yaptıklarını itiraf ediyor. Hoffa’yı vurduğunu da. Sheeran İkinci Dünya Savaşı’nda her an ölüm tehlikesiyle yaşamış. Eğitimli biri değil. Kamyon şöförlüğü yapıyor. Hayatının her dakikası öldürülme tehlikesiyle geçmiş. Ama sağ kalıyor. Öyle bir dünyanın içinde ki yapması gerekeni yapmak zorunda. Bu insanların içine girdiğinde başka türlü bir dünyaya adımını atıyorsun. Bu kişiler karanlık güçler. Bu insanların içinde büyüdüğün zaman nasıl birine dönüşürsün? Buffalino gibi bir mafya patronu mu olursun? Kimdir Buffalino? Biz onları hiç görmüyoruz bilmiyoruz, tanımıyoruz bile. Frank’i tanıyoruz ancak. Frank yapması gerekeni yapıyor ama ileride bunların bir bedeli olduğunu kestiremiyor. İlerleyen yaşlarını göremiyor. Bunları o uçağa bindiği ana kadar fark etmiyor. O noktada artık bir asker gibi görevini yerine getirecektir. Ama bununla yaşayamıyor.

“İşimizi kolaylaştıran kestirme yollar var”

Röportajın tamamı Milliyet Sanat’ın aralık sayısında.

Sheeran’ın son dönemlerinde yaşlanıyor ve yalnız kalıyor. Peki biz buradan hangi mesajı almalıyız?

Hepimiz yalnız öleceğiz. Hızlı veya yavaş. Bu kesin. Eğer etrafında sevdiğin ve seni seven insanlar varsa belki daha kolay. Son günlerini nasıl bir duygu içinde geçireceksin? Varlığından geriye ne kalacak?

Günümüzde geçen hikâyelere karşı ilgisiz misiniz?

Hayır. Bir hikâyeyi hikâye yapan nedir? İnsan değişti mi? Mesela 20-30 yıl önceki bir hikâyenin bugün artık değeri yok mu? Sanmıyorum. Siz insan doğasıyla uğraşıyorsunuz. Costa Gavras’ın filmleri bugün de güçlü çağrışımlar yapabiliyor. Bugünün filmleri de gelecekte aynısını yapacaktır.

Filmi yaparken bugünün Amerika’sı hakkında da bir yargıda bulunmuş oldunuz mu sizce?

Bu tip bir film yapıyorsanız bu çok bariz. Özellikle diyaloglarda. Aksiyon sahneleri daha dikkat çekici olabilir ama filmlerde, gerçek hayatta da olduğu gibi tarihi değiştiren kararlar hep sessiz, sakin diyaloglarda gizlidir. Telefon konuşmaları da aynı şekilde. Tehditler. Kullandığın ve kullanmadığın kelimelerde gizli pek çok şey.

Filmde Joe Pesci’nin gözlüklü hâli biraz sizi mi andırıyor?

Gözlüklerimi artık kullanmıyorum, ama gözlüklü hâlim, ve Joe Pesci doğrusu bana babamı hatırlatıyor. Babam öyle bir insandı. Net konuşurdu. “Goodfellas / Sıkı Dostlar”da De Niro, Joe Pesci’nin akibetini sorduğunda telefonun diğer ucundaki ses babamdı. Babam şöyle diyor orada: “Sorun çıktı.” “Ne demek sorun çıktı” diyor Bob. “Sorun çıktı, öldü” diyor. O ses tonunu duyduğumda kalbim hızlı atmaya başlar. Çünkü ben o tonu çok iyi biliyorum. Konu ciddi demek o ses tonu.

“İşimizi kolaylaştıran kestirme yollar var”

Gelecekten umutlu musunuz?

Evet umutluyum ve geleceği kucaklıyorum. Yeni teknolojileri de kucaklıyorum. Onları haklı amaçlar için kullanmayı destekliyorum. Bu bir savaş. Sinema için bir hayatta kalma mücadelesi. Bir noktada galip gelecekler çünkü çok büyük paralar söz konusu. Ama şu var, birbirimizi görmezden gelemeyiz.