* Müslüm “Baba”nın albümü fazla şatafatlı, gösterişli. Hem giyim kuşam hem müzik açısından. Neredeyse her kelimenin arkasından yaylılar, piyanolar, gitarlar, bas gitarlar, geri vokaller fışkırıyor. Gösterişli ama zevksiz döşenmiş bir ev gibi olmuş Müslüm Gürses’in albümü. Ve gösterişli düzenleme bence arabeskin doğasına aykırı. Bir elektro saz yeter icabında.
* Ahmet “Baba”nın DVD’si son turnesinden görüntüler ve performanslar içeriyor. Daha sade, bir saz bir tişört. İnsana her açıdan daha samimi geliyor.
* Müslüm Baba’nın son yıllarda tabi tutulduğu, Murathan Mungan ile başlayan “müzikal açıdan soylulaştırma / saygınlaştırma” operasyonu burada dorukta. Ama Müslüm Gürses Johnny Cash ya da Pavarotti değil. Ne onlar gibi olmasına gerek var, ne de buna ihtiyacı. Müslüm Gürses’i bir kere de Müslüm Gürses gibi dinleyip izlesek dişimi kıracağım. Albüm kapağına bakın ne demek istediğimi anlarsınız.
* Ahmet Baba 10 yıl öncesinden sesleniyor, her şey daha ilkel ama önemli olan beste. Kimse piyanoya, yaylıya bakmıyor ki. Şarkıya bakıyor, söze bakıyor. Şarkı iyiyse, laf iyiyse fazla numaraya gerek yok.
İkinci sansürü Esquire’ın kapağı yedi geçenlerde. İddiaya göre sansürcü Apple. Teknoloji blogu Mashable Esquire’ı yayımlayan Hearst şirketinden ismini vermeyen bir yetkiliye dayandırdığı haberde, Apple Store üzerinde satışa sunulacak Esquire’ın kapağında revizyon istendiğini söylüyor. Kapakta en seksi kadın anketinin birincisi Minka Kelly’nin tişörtünü biraz aşağı çekin mi dediler, pantolonu yukarı kaldırın mı, tam bilemiyoruz.
Tişörtün ya da eteğin boyuyla uğraşanlara benim bir sorum var. Şu yukarıdaki Rolling Stone kapağında ne bacak var ne göbek. Peki bu üç resimden hangisi daha erotik?
Sansürde mantık aranır mı diyeceksiniz. Aranmaz elbet ama şu da bir gerçek. Sansüre başladınız mı, sonu yok. Uğraştınız mı her şeyi yasaklamak mümkün. Bu arada 2 Nisan 2009 tarihli bu kapak Apple tarafından herhangi bir uyarıyla karşılaşmamıştı.
Kaç TL’de ses çıkarmak lazım?
Karaköy’den Tünel’e çıkan metro zamlandı, 1 TL’den 2.5 TL’ye çıktı. Dört kişi metroyla Tünel meydanına çıkmak artık 10 TL. Karaköy-Şişhane arası taksiyle 3,5 TL. “Metroyu kullanma, taksiye bin” diyorlar yani. Nedenini, nasılını boşverdim, dinlemek de istemiyorum. En çok şunu merak ettim ben. Ses çıkarmadan kaç liraya kadar kaldırabilirdik acaba bu zammı? Mesela kişi başı 5 TL olsa ses çıkarır mıydık? 6 TL? 7 TL? Yine soru sormadan eyvallah deyip biletimizi alıp biner miydik?
Bunları düşündüm dünyanın en pahalı toplu taşıma aracındaki 30 saniyelik yolculuğumda, kulaklıktan Pink Floyd’un “Sheep”ini dinlerken.
Soru - Cevap
Soru: Bu hafta hangi yeni MFÖ şarkısı reklamlarda kullanılmıştır?
Yanıt: “Diday Diday Day”, HSBC reklamında.
Haftaya reklamlara verilen yeni bir MFÖ şarkısıyla daha karşınızda olmamak ümidiyle.
Soru: Cartel “bir numara en büyük”tü, şimdi ne bir numara?
Yanıt: Artık İddaa bir numara. Güzelim şarkı reklam oldu: Gel gel gel İddaa’ya gel...
Salih Memecan’ın dansöz kılığındaki Kılıçdaroğlu’lu karikatürü, Musa Kart’ın Tayyip Erdoğan’ı iplere dolanmış kedi olarak çizdiği karikatür ve son olarak Tuncay Akgün’ün Engin Ardıç’ı kaleminden b.k fışkıran bir yazar olarak çizdiği karikatürlerden bahsediyorum. Bu üç işe bakıyorum, ortak tek bir yanları var. Komik değiller. İncelik ve bakış açıları yok.
Çocukluğum Gırgır ve Fırt’ın son dönemine yetişti ama benim diye sahiplendiğim esas mizah Limon’un mizahıydı. Sonra Leman, ardından Penguen ve Uykusuz yayımlandı. Şimdi benim mizah açısından Uykusuz, ardından da Penguen tatmin ediyor. Leman’ı çoktandır gözden çıkarmıştım, Tuncay Akgün’ün işi haklı olduğumu ortaya koydu. Bundan mutluluk duyuyor falan da değilim.
Demek ki neymiş? Ayar vereyim diye karikatür çizince komik olmak zormuş.
Ve bir mizah anlayışının devri artık çoktan kapanmış.
* Amy Winehouse’un 11 Ocak’ta Rio de Janeiro’da (15 Ocak Sao Paulo da olur) vereceği konsere gitmenin bir yolunu bulmam lazım.
* Phoenix’i canlı izlemem lazım. Bu adamları ilk günlerinden beri takipteyim. Madison Square Garden’daki konserleri efsane oldu, Daft Punk bile sahneye çıktı. Belki bize de denk gelir.
* Yaz tatilini Benicassim Festivali’ne denk getirmem lazım. Allah ne verdiyse izle, denize gir, tekrar
izle hesabı...
* The Roots’u memleketleri New York, Brooklyn’de izlemem lazım. Şöyle bir-iki konuk sanatçı da
fena olmazdı o yöreden.
* Pavement’ı küçük bir bar atmosferinde çalarken izlemem lazım. Barda oturup içkimi udumlayacağım ve Stephen baba “Shady Lane”i çalacak.
Çok şey mi istedim ne?
“Non Music” - Stereolab
Neden mi pazar albümü? Çünkü:
Bir: Stereolab müzikte naifliği estetikle birleştirir, sofistike ve deneysel tarzını kolay dinlenen üç dakikalık şarkılarla kafa ütülemeden yapar.
İki: Solist Laetitia Sadier’nin sesi şaşırtıcı derecede düz olmasına rağmen sıkıcı değil sakinleştiricidir.
Üç: Hafif karamsarlık sosu pazar günlerinin ruhunda vardır.
Dört: Bu albümdeki 10 küsur dakikalık “Silver Sand” şahane bir parça.
Beş: Fransızca ile pazar sabahı arasında bir ilişki olmalı.