Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

The Rolling Stones Küba’nın başkenti Havana’da yaklaşık yarım milyon izleyiciye ücretsiz bir konser verdi. Kübalılar kadar komşu adalardan ve Karayiplerin her köşesinden insan da izlemeye gitmiş. İnsanlar gülüyor, eğleniyor, kurtlarını döküyor. Özgürlük sarhoşluğuyla dans ediyorlar. Dünya basını bu görüntülerle coştu.
Küba’da daha önce de Batılı müzisyen ve gruplar (Billy Joel, Manic Street Preachers gibi) konser vermişti. Ama bu Rolling Stones konserinin sembolik anlamı farklı.
Bu konser bana 13 Temmuz 1990’da Berlin Duvarı’nın yıkımının başlamasının ardından 21 Temmuz’da Potsdamer Platz ve Brandenburg Kapısı arasındaki eski rejimin “ölüm bölgesinde” verilen konseri hatırlattı. Roger Waters’ın organize ettiği
The Wall konserinde pek çok Batılı sanatçı da konuk
olarak katılmıştı. Anlamı büyüktü: “Duvar yıkıldı, özgürlükler geldi.”
-
Açıkçası, ben bugün Küba’ya bakınca karmaşık duygular içindeyim. Özgürleşmek çok iyi ama günümüz tipi özgürleşmeler hep bir aynılaşmayla sonuçlanıyor.
90’ların özgürleşmeye paralel yükselen “kültürel farklılıkların yüceltilmesi, kutlanması” teması bugün aynılaşma duvarına çarptı ve orada kaldı.
İstanbul, Londra, Nairobi, Prag, Vancouver, Bogota, Beyrut fark etmiyor. Kendimizi tuğla duvarlı kafelerde soya sütlü
latte içerken buluyoruz
eninde sonunda.
Global kültür ve sermayenin girdiği her yer bir süre sonra aynı kentsel ve yaşamsal dokuya sahip oluyor. Aynı kafeler, aynı restoranlar, aynı yiyecek-içecekler, aynı giysiler, aynı arabalar, aynı müzikler, aynı diziler... Küba’yı bekleyen de
bu mu acaba?
-
Küba 1959’daki devrimin ardından kapalı bir rejimle yönetildi. Fidel Castro 1961’de Amerika’nın yozlaşmış kültürünü temsil ettiği gerekçesiyle rock’n roll’u yasaklamıştı. Halk popüler Batı müziklerini bilmiyordu, zira bilme imkânları yasaklarla ellerinden alınmıştı. Peki, Küba’da müzik yok muydu?
Küba’nın çok zengin bir müzik geleneği var. Afro-Cuban, mambo, chacha, rumba ve daha nicesi gibi kökleri yüzyıllarca geriye dayanan Afrika ve Karayip kökenli geleneksel müzikler bir yana, Küba’da bunlardan türeyen şahane bir caz ve orijinal bir
hip hop sahnesi de mevcut.
Çağdaş “urban” müzik sahnesini merak edenler Gilles Peterson’ın “Havana Cultura” adlı projesini araştırabilir ve bir dizi albüm haline getirilen bu projede Kübalı çok yetenekli yeni nesil sanatçılarla tanışabilir. Ne de olsa elimizin altında internet var artık.
Küba demişken, meşhur klasik gitar ekolünü burada anmadan geçemem. Bu konuyla ilgilenenler en büyük Kübalı üstatlardan Leo Brouwer’ın bu enstrümana kattığı çağdaş armoni ve teknikleri bilirler.
Niyetim üç satırda koskoca Küba müziğini anlatmak değil elbette. Bu delilik olurdu. Sadece çeşitliliğini ve zenginliğini vurgulamak istiyorum. Ve şunu hatırlatmak istiyorum.
Kübalılar Rolling Stones konserinden önce müzikal anlamda mağarada yaşamıyordu. Aksine, kapalı bir ülkenin sınırlarını ve yasaklarını olağanüstü renkli müzikleriyle çoktan aşmış, dünyaya sanatçılarıyla seslerini duyurmuşlardı.
Kübalılar yıllar süren yasaklar rejiminden çıkıyor. Batı’da sıradan insanların
sahip olduğu imkânlara sahip olmak istiyor, yoksulluktan kurtulmak istiyor. Ama ödemeleri gereken kültürel
bir bedel de onları bekliyor.
-
Özgürlük ve isyan çıkışlı rock’ın zamanla global sermayenin elinde bir gençlik endüstrisine dönüşmüş olması sır değil. Kapitalizm bir yere girerken kapıyı önce rock
açıyor, sonra Mc Donald’s
ve diğerleri giriyor.
Rolling Stones seven ve
rock dinleyicisi okuyucularım (ki ben de onlar gibiyim) belki sitem edecek bana ama Havana’daki ücretsiz The Rolling Stones konseri bana bunları düşündürüyor işte, elimde değil.