Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Terk edilmemiş Rum köyü



Bayramda Midilli adasında bir-iki gün geçirince şunu fark ettim: Terk edilmemiş Rum köyü ne güzel bir şeymiş meğer




Benim gördüğüm tek Rum köyü tipi terk edilmiş Rum köyü. Memleketimizin her yerinde vardır. İlk kez Fethiye’deki Kayaköy’ü görünce etkilenmiştim. Sanki bir günde bırakıp gitmişlerdi evlerini. Masaların üzerinde çaylar kahveler tüterken.
Gönderilmişlerdi. O görkemli köy, o etkileyici sokaklar, dağın yamacına dizilmiş yüzlerce ev...
Yaşayan dev bir organizmanın etleri, derileri çekilince ortaya çıkan iskeleti gibi. Dağa dayanmış, devden de dev bir dinozorun kalıntıları gibi.
Daha sonra Ege’nin hemen her yerinde terk edilmiş Rum köyleri gördüm. Yıkık dökük ama çok şirin evler. Perişan halde ama hâlâ güzel.
Alaçatı gibi yerlerde restore edilmiş lokantalaştırılmış ya da sıfırdan inşa edilmiş versiyonlarını gördüm. Türklerin yerleşip kalkındırdığı yaşatmaya çalıştığı Rum köyleri gördüm.
Ama hiç terk edilmemiş bir Rum köyü görmemiştim. Olduğu gibi, doğal bir Rum köyü.
O yıkıntılarını görmeye alıştığımız, Gökçeada’dan Ege’nin ücra dağlarına tepelerine kadar her yana yayılmış Rum köylerini bir de böyle görün. Olması gereken halleriyle.
Yaşarken, sakinleri içindeyken, evlerden sesler kahkahalar yükselirken, uzolar tokuşturulurken...
Dolusu boşundan ne kadar da güzel, ne kadar da farklı, ne kadar da tahminlerin ötesinde güzel.
Midilli’ye giderseniz günün birinde, denizi, güneşi, yemesi içmesi sizin olsun bir de bu gözle bakın etrafa. Çok farklı şeyler göreceksiniz.



Midilli’den ne öğrendim


- Molivos ya da eski adıyla Mithymna’da balıkları ve ahtapotları lezizden öte bambaşka boyutta iki lokanta öğrendim. Octapus meşhur olanı. Ama siz yanındaki Bampoukou’ya oturun. Aslında ikisine de gidin. Menüye hiç bakmayın, taze ne balık var diye sorun. Uzo içeceğiz deyin. Gerisini hallediyorlar. Ardında da Bazaar adındaki kafe/barda takılın. Benim için de bir şeyler içersiniz...
-Petra diye bir köy var. Sahili kendi halinde tavernalar ve barlarla dolu. Akşam yürüyün her yere gire çıka takılın. Çok zevkli.
-Biz Türkiye’de her konuda inanılmaz kazıklanıyoruz. Hem kalacak yer hem yeme içme bakımından. Midilli’ye giderken hesabınızı şöyle yapın: Fiyatlar = İstanbul / 2 .
-Adaya isteyen kendi arabasıyla da gidebiliyor. Ayvalık’ta 60 avroya bir sigorta yaptırıyor, feribota atlıyorsunuz. Gidiş dönüş bilet kişi başı 30 avro.
-Rezervasyona falan gerek yok. Her yerde “kiralık oda” tabelası var. Bir sürü de ucuz ve temiz otel.
-Skala Sykaminia adındaki balıkçı köyünde takılmak ve hemen yanındaki mavi bayraklı koydan denize girmek benim hayalimdeki tatilmiş meğerse...
-Ayvalık’tan bakınca “aynı coğrafya, aynı yemekler, aynı içki” diye düşünüyor olabilirsiniz 8 km ötedeki Midilli için. Hiç öyle değil. Hatta alakası yok. Sakın böyle bir fikre kapılıp da oraya gideceğime şuraya giderim falan demeyin. Bambaşka bir diyar, bambaşka kafalar. Kalabalık yok. Güzel yerlerin hepsi güzel kalmış. İşgal altında değil. Bizim için şaşırtıcı tabii...
- Uzonun ne kadar güzel bir içki olduğunu ve bizim rakıdan da ne kadar farklı olduğunu öğrendim. Uzo daha az sert, içimi daha hafif. Almayı düşünürseniz Ouzo de Plomari markasını tek geçerim. Resmen sakız tadı kalıyor insanın boğazında. Midilli’nin güneybatısındaki Plomari şehri Yunanistan’ın uzo merkezi. Burada üretilen uzolardan biri bu. Barbayanni de ikinci önerim.




Şahan’ı “yine de” sevmek için 5 neden


-“Film VCD’de izlenir” sloganıyla yarattığı korsan tezgah sahibi film satıcısı karakter.
-Boğaz’ı karşıdan karşıya değil rantı daha da artırmak için enlemesine Sarıyer’den Karaköy’e yaptıran (karşı tarafa da aynısından), Barbaros Bulvarı’ndan kanal açarak denizi Ulus’a getiren belediye başkan adayı Hayri Gülle karakteri (Tayyip Erdoğan’dan öncedir bu vaat, bilmeyene not...)
-Camda oturup, bira içip, sağa sola laf yetiştirirken üst kattan sepet sallayan Halime’yi ipinden çekerek aşağı düşüren Recep İvedik karakteri.
-İleri oyunculuk teknikleriyle dizi oyuncularına örnek olan Nezih Hoca karakteri.
- Ana haberde hâlâ üzerine anchor tanımadığım Engin Jurnal karakteri...
Şahan Gökbakar izlemek eskiden bir zevkti. Recep İvedik’e de itirazım yok. Ben gülerek izliyorum. “Hayır izlemedim o iğrenç adamı” diyenlerden değilim. Ama eskiden daha iyi mizah yapıyordu Şahan. Karakter teke inince mizahı da tekdüzeleşti. Şahan sadece Recep İvedik değildir sloganıyla bu hafta da böyle bir liste vermiş olalım, Şahan’ın da dikkatini çekelim. Mizahında tehlike çanları çalıyor zira...




Siz uyurken



Çevreyi yağmalama bakanlığı bugüne kadar alınmış bütün sit kararlarını tarihe gömdü. Sit kurulu üyelerini de ebediyen şutladı.
Zaten yıllardır yollarına çıkan taş topraktan, yıkıntılardan şikayet ediyor, bir türlü tam istedikleri gibi her yeri dümdüz edip, bütün koyları kapatıp, bütün dereleri satıp her yere beton atıp bina yapamıyorlardı. Kıllık yapanlar vardı. Yüzde 50‘den sonra artık engel yok, pürüz yok, her şey cillop oldu.
Hükümetin ilk harbi icraatı (Kandil’i bombalamayı, futbolu ve Somali çıkartmasını saymazsak) budur. Siz Aziz başkana ne olacak diye bekleşir, kim kimin ağzının payını verdi diye tartışırken yağma başladı beyler.
Ne antik şehir, ne ağaç, ne böcek, ne hayvan, ne dere, ne tepe... Hiçbirinin gözünün yaşına bakmayacaklar. Geçmiş olsun...
Oy veren vermeyen, endişeli modern ya da endişesiz modern, “gerici”, “ilerici”, İslamcı, Kemalist, ulusalcı, komünist, genç, yaşlı, Kürt, Türk artık neyseniz, kimseniz ezberinizi bozun, kafayı biraz bu tarafa çevirin, hep kendinizi değil biraz da çevreyi düşünün... İtiraz edin.
Çevre dediğimiz şey soyut bir mahlukat değil, bizim memleketimizdir neticede...



İTİRAF EDİYORUM


-Kumrucu Şevki’nin kumrusu gerçekten de iyiymiş. Tavsiye edenlere teşekkür ederim.
Ama boyozu bir şeye benzetemedim sevgili İzmirliler... Bende yalan yok.
-İstanbul’un yaşanabilir şehirler sıralamasında 140 şehir arasında 109’uncu olması hiç umrumda değil. Çünkü benim için yaşanabilir şehirlerden ziyade yaşanabilir semtler ve sokaklar önemli. Hele ki konu İstanbul gibi ülke boyutunda dev şehirlerse.
Kadıköy benim için İstanbul’un yaşanabilir yerleri sıralamasında birinci, dünyada da ilk 20’ye rahat girer. Etiler’e, Boğaz hattına, Nişantaşı’na, hele hele Cihangir’e falan acıyorum. Yaşam kalitesi yüksek semt diye oralarda yaşayanların durumuna cidden üzülüyorum. Ne oturacak bir bank var, ne omuz omuza mücadele etmeden adım atacak sahil.
-“Economic Intelligence Unit” gelecek sene farklı bir kategori açsa ve semtler listesi yapsa da durumu görsek.
- Android sistemiyle çalışan tabletler için yazılan şarkı indirme programının adına İndiroid diyen yazılımcıya ben şapka çıkarırım arkadaş...



HAFTANIN ALBÜMÜ



“Mirror Traffic” - Stephen Malkmus and the Jicks



Pavement 90’ların en sevdiğimiz gruplarındandır. Kendilerini 90’larda değil 2000’lerde dinlemişizdir ama olsun. 90’lar deyince Amerika’nın batısından sadece Nirvana ve Pearl Jam çıktı sanıyorsanız Pavement’ı dinleyin. Ne tarz yapar peki Pavement? Solisti Stephen Malkmus’ın kafasına nasıl eserse o tarz yapar. Güzel güzel davullar, baslar, göz boyamayan, tadında gitar soloları. Gayet provokatif sözler... Malkmus ve Pavement’ın dağılmasından sonra kurduğu grubu The Jicks’in bu beşinci albümünde “Senatörün canı ‘blowjob’ ister” şeklinde bir şarkı var (“Senator”). Şimdiden olay oldu. Blowjob nedir diye soracak olursanız hatırlatayım aynı soruyu Hülya Avşar da zamanında Kutluğ Ataman’a sormuştu (bkz. Basında bilopcop polemikleri).
Malkmus baba geçen yıl Pavement’ı yeniden toplayıp bir turneye çıktı. Bu yıl da sağ olsun albüm yaptı. Prodüktör tanıdık bir isim, Beck. 15 adet jilet gibi şarkı. Hepsine teker teker kefilim. Şu aralar rock adına klişelerden uzak sağlam bir albüm dinlemek istiyorsanız mp3 çalarınızdan, bilgisayarınızdan eksik etmeyin. CD dinlemek isteyenler biraz daha bekleyecek. 23 Ağustos’ta yayımlanan albüm henüz Türkiye’ye gelmedi.