Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Monocle dergisi nisan sayısında yeni bir yazı dizisi başlattı. Bu dizi, ülkeleri çeşitli özelliklerine göre değerlendiriyor, puanlandırıyor.
İlk bölümde Fransa ele alınmış. Bu ülkeye dair pek çok bilgi, rakam, istatistik yanında farklı alanlardaki başarılar, faaliyetlere göre puanlar verilmiş. Bir tür karne gibi düşünebilirsiniz.
Mesela büyüme hızı 1.2. Zayıf. Nüfusa göre işsizlik oranı Almanya’nın iki katı. Zayıf. Azalacak gibi de durmuyor çünkü ücretli maliyeti çok yüksek. Ayrıca Avrupa ülkeleri ortalamasına göre yüzde 80 daha fazla göçmen alıyor. Bu göçmenlerin uyum sorununu halledemiyor. Ve bu sorunları gelecekte çözecek politikaları üretmede başarılı değil. Göçmenlerle sıradan Fransız arasındaki makas giderek açılmakta.
En büyük 500 şirket arasında 30 Fransız firması var, buna rağmen ülkenin ekonomi karnesi zayıf.
Ama Fransa’nın güçlü olduğu yerler var. Kültür. Fransa kültürünü, yaşam tarzını, dilini, modasını, sanatını dünyaya ihraç ediyor. Mesela yıllık 80 milyon turist ağırlıyor ve bu konuda açık ara dünya lideri. Terör saldırılarına rağmen bu rakamda sarsılma yok. Moda sektörü ekonomik durgunluğa rağmen hâlâ çok güçlü. Yıllık 34 milyar euro’luk bir büyüklüğe sahip.
Fransızca dünyada en fazla konuşulan dokuzuncu dil. 220 milyon kişi Fransızca konuşuyor. Ama dikkat, Fransızca internette en fazla kullanılan üçüncü dil. Fransızca hâlâ rağbet gören, insanların öğrenmek, konuşmak istediği bir dil. İş hayatında avantaj sağlama bakımından değil (zira bu alan sınırlı), kültürel bakımdan bir talep bu.
Bunları tahmin edebiliyoruz biraz. Ama bu veriler ve başka rakamlar ışığında yapılan saptama dikkat çekici.
Fransa şu anda kültürel anlamda güçlü ama bu devam etmeyebilir. Çünkü güçlü bir tarihi, edebiyatı, modası, sineması, sanatı olmasına karşın cepten yiyor. Dünyaya pazarladığı şeyler hep klasikler, eski dünyanın malları...
Mesela Abu Dabi’de Louvre Müzesi’nin şubesinin açılması bir başarı ancak bu eski kültürün pazarlanması.
Moda sektörüne, markalara ve satış rakamlarına bakıldığında durum iyi ancak yaratıcılık zayıf. Burada da cepten yeniyor. Yaratıcılık başka ülkelere kayıyor.
Dergi sormuş:
Şu anda dünya çapında kaç Fransız yazarın romanı basılıyor? Kaç yazar kendinden söz ettiriyor? Kaç Fransız şarkıcının ya da grubun global anlamda milyonlar satan albümleri var? Hangileri global müzik dergilerine kapak olabiliyor?
Kaç Fransız dizisine tutuldunuz son zamanlarda? Hangi Fransız filmleri bulunduğunuz ortamlarda tartışıldı? Hangi yeni Fransız tasarımcı, mimar dünya çapında işleriyle gündeme geldi?
Fransa’daki hangi rock ya da müzik festivali Glastonbury ya da Coachella kadar konuşuluyor ve dünyada haber oluyor?
*
Bunu Fransızlar düşüne dursun, biz bu soruları gelin kendimize soralım. Ülkemize şöyle bir bakalım. Üç milyon Suriyelimizle birlikte yanıtlamaya çalışalım bakalım ne çıkıyor ortaya...
Biz teknolojisiyle ünlü bir ülke değiliz. Bilim desen yok. Sanayi desen sınırlı. Yüksek teknoloji hiç yok. Bizim bu alanlarda rekabet gücümüz sıfır. Ha bire inşaat yapıyoruz, tüketiyoruz ve borçlanıyoruz. Başka bir hareketimiz yok. Planımız, programımız da yok.
Bizim tek şansımız kültür alanında olabilir. Dünyanın kültürel bakımdan en zengin topraklarındayız. Dünyanın ilgisini çekebilecek çok önemli bir tarihe ve geçmişe sahibiz. Ama ha bire Osmanlı, fetih, kılıç kalkan, kebap, lokum, Topkapı Sarayı, halk oyunlarıyla olmuyor bu işler.
İnsan kaynağımızı değerlendirip canlı, hareketli şehirlerimizdeki yaratıcı potansiyeli kullanarak bu geçmişi alıp yeniden yorumlamak, yeniden yaratmak, dünya kültürüne ve insanlığa anlamlı katkılarda bulunmak gerekiyor.
Bakın bugün en fazla tanınmış Türkler ya sporcularımızdır ya da sanatçılarımız, romancılarımız, yönetmenlerimiz. Bu gerçeği iyi okumak lazım.
Türkiye’nin tek şansı kültüre, sanata, yaratıcılığa, dolayısıyla insana ve eğitime yatırımdan geçiyor. Bu da demokrasiyle, özgürlükleri garantiye almakla, serbest düşünceyi teşvik etmekle olabilecek bir şey. Bizde hepsi krizde. Hepsi çıkmazda.
Şimdi neden laik ve demokratik kurumlarıyla güçler ayrılığı temelinde iyi işleyen bir hukuk devleti ve teminat altına alınmış temel hak ve özgürlüklere sahip olmak bir seçenek değil, bir mecburiyet, anlayabiliyor musunuz?
Geleceğin dünyasında var olmak için tek şansımız bu.
Gerisi günlük siyaset...
Bu soruların yanıtları tatmin edici değil.