Günümüzde refah, bir takım büyüme rakamlarıyla tanımlanıyor. Bir yandan da bu rakamlar, küresel krize koşar adım gitmemize engel olamıyor. Refahı yeniden tanımlamanın vakti geldi de geçiyor. Ama nasıl?

Refah mı dediniz

Gündem fazlasıyla karışık ve üzücüyken, her gün üzerine felaket haberleri ekleniyor: İklim değişikliği, sel baskınları, su kıtlığı, GDO’lu ürünler, türlerin yok oluşu. Bazen etrafımdaki hakim yaşam biçimine ve ‘tepedeki’lerin savurganlığına bakıp hayret ediyorum: Bu insanlar okuma yazma bilmiyorlar mı? Hayata dair en temel şeyi, yani yediklerine içtiklerine güvenmeden yaşamayı nasıl göze alıyorlar? Neden doğayı bu kadar küçümsüyor ve nasıl böylesine küstahlaşabiliyorlar?

Gerçek ortada: Dünyamızdaki kaynaklar sınırlı. İnsanın yanlış tüketim ve yönetim biçimiyle de gidişat iyice hızlandı.

İşlerin bu noktaya varacağı, 1960’lardan beri dile getiriliyordu. Bunlardan bazıları, hem eleştirdi hem de alternatifler aradı. Bu isimlerin önde gelenlerinden biri Tazmanyalı doğabilimci, bahçıvan Bill Mollison. Mollison’a göre insanlığın önündeki en büyük tehlike, gıda üretimimizin temel dayanağı olan topraklarımızın kullanılamaz hale gelmesi. Endüstriyel tarımın uygulandığı her yerde, 30-50 yıl içinde ciddi bir tuzlanma ortaya çıkıyor. Sonrasıysa çölleşme.

Mollison, özellikle tarım alanında, doğal hayata saygılı, kullanılan toprağın bereketini, suyun miktarını artıran gıda üretiminin nasıl mümkün olabileceğini örnekleriyle ortaya koymuş. Yarattığı sürdürülebilir insan yerleşimi tasarımı anlayışına Permakültür (kalıcı, evladiyelik kültür) ismini veriyor.

Krize giden yol
Mollison, etrafına sahip olmak, doğaya boyun eğdirip onun son damlasına kadar suyunu çıkarmak yerine, etrafıyla bütünleşmiş geleneksel toplumların yaşam biçimleriyle ormanların işleyişini bir güzel harmanlamış. Ortaya da, bir yerleşimin torunlarımızın torunlarına da aynı güzellikte kalabilmesini sağlayacak temel tasarım ilkeleri çıkmış:
4 Yarattığımız sistem, kullandığından daha fazlasını üretebilsin.
4 Bir yerleşimde yer alan her şey diğer unsurların ihtiyacını karşılayabilsin, çıkan her şey o unsurlarca kullanılabilsin.

4 Tasarımlarımız doğal yaşamı korusun, toplumsal adaleti gözetsin, refahı amaçlasın.
Refah mı dediniz? Orada biraz duralım!

Türkiye Permakültür Enstitüsü’nden Sevil Baştürk, “Her gün karşımıza birtakım rakamlar çıkarılıyor; kişi başına düşen milli gelir, enflasyon, büyüme, cari açık gibi. Kontrolümüzün olmadığı bu rakamlar, ülkelerin kredi notunu belirliyor. Bir bakmışız emlak balonu patlamış, her hane kredi kartı borcuna batmış, yabancı yatırımcı başka bir ülkeye geçmiş, olimpiyatlar muazzam bir borç yükü olarak geri dönmüş” derken, başa çıkamadığımız ‘küresel krize’ dikkat çekiyor.

Refahın yeniden tanımı
İşte bu noktada, Mollison ‘refah’ı baştan tanımlıyor: “Her kişinin temiz havaya, temiz suya, temiz ve besleyici gıdaya, düzgün (kışın kendini ısıtabilen, yazın soğutabilen, kendi suyunu toplayabilen) barınmaya, parasını dürüst ve yaratıcı bir şekilde çalışarak kazanmaya ve de sıcak bir topluluk ortamına sahip olmasıdır, refah düzeyi.”

Böyle baktığımızda refah düzeyimizin, bütün o parlak rakamların karşısında, nerelerde olduğunu görebiliyoruz! Permakültür, işte bu refahı, gelecek kuşakları da gözeterek yaratmanın peşinde.
Son 30 yıldır dünyanın pek çok yerinde, bu tasarım ilkelerini hayata geçirip küçük alanlarda bol miktarda besleyici gıda üreten, doğal malzemelerle kendini ısıtıp soğutabilen gerçek ‘akıllı’ binalar yapan, küçük ya da büyük ölçekli su arıtım sistemleri kuran, alternatif ekonomi modelleri üreten çok sayıda permakültür sevdalısı mevcut. Çölleri yeşertiyor, ufacık bahçelerden kilolarca enfes meyve, sebze çıkartıyor, birlikte eğlenerek çalışmanın keyfini çıkarıyorlar!

Üç yıl önce kurulan Türkiye Permakültür Enstitüsü, bu anlayışı ülkemizde yeşertme gayretinde. 14 Temmuz 2012’de, İstanbul’da ilk kez gerçekleştirilecek Akdeniz Bölgesel Permakültür Konferansı’na ev sahipliği yapacak. Konferans, permakültür uzmanlarıyla meraklılarını buluşturacak.
Hayata dair gerçek kaygısı olanlara duyurulur!

Haberin Devamı