Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       İtalya'ya uyguladığımız (ve arasına zaman zaman ilkel görüntüler eklediğimiz) ekonomik boykot bu alandaki ilk büyük eylememiz mi? Hayır... Geçmişte Avusturya'ya uygulanan bir "Fes boykotu" var ki, bugünkü boykot yanında küçücük kalır. İstanbul Ansiklopedisi'nin "Fes" bahsinde Zafer Toprak'ın satırlarını okuyalım:
       "... Bosna - Hersek 1878 Berlin Kongresi'nde Avusturya yönetimine geçmiştir. Ancak yine de Osmanlı toprağı gözüküyordu. II. Meşrutiyet'in ilanı (1908) üzerine bu yörelerin Osmanlı Mecilisi'nde temsil edileceği kaygısıyla 5 Ekim 1908'de Avusturya bu toprakları ilhak kararı aldı. Aynı gün Bulgaristan da tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etti.
       Osmanlı Devleti bu oldu - bittiler karşısında savaşacak durumda değildi. Balkanlar'daki bu gelişmeler üzerine 6 Ekim akşamı Avusturya'ya karşı gösteriler başladı. Olay kısa sürede dinci, Abdülhamid yanlısı bir boyut kazandı. İttihat ve Terakki gelişmelere hakim olabilmek için Avusturya mallarına karşı bir boykot örgütledi. 8 Ekim günü duvarlar "Avusturya emteasını almayınız" yazılı afişlerle donatıldı. Halk Avusturya sermayeli mağazaların önünde toplanarak ticareti engelledi. Bazı ticarethaneler Avusturya'ya yıptıkları siparişleri iptal ettiler. Limanda mavnacı ve salapuryacı esnafı Avusturya mallarını boşaltmadılar.
       11 Ekim günü çoğunluğu Avusturya'dan ithal edilen feslerin giyilmemesi için kampanya açıldı. "Serpuş - ı milli" adı altında piyasaya yeni bir fes verildi. Bu arada fes esnafının Avusturya fesi satmasına engel olundu. Satma girişiminde bulunanlara gözdağı verildi.
       Bu arada memurların fes yerine kalpak giymeleri giderek yaygınlaştı. İstanbul tüccarı, polisler için elbiseleri renginde 2000 kalpak ısmarladı.
       1908 Fes Boykotu Osmanlı'da ulusal bilincin oluşmasında kitle hareketinin önemini ortaya çıkardı. Bundan böyle dışa karşı savaşın silah dışında araçlarla yürütülebileceği ortaya çıkıyordu..."

       Okurumuz Mustafa Yıldırım, Kültür Bakanı'na soruyor:
       "...Memur yetersizliği gerekçesiyle evvelce Kadıköy Aziz Berker İlçe Halk Kütüphanesi'ne bağlı Bahariye Çocuk Kütüphanesi kapanmıştı. Şimdi de yine Aziz Berker'e bağlı 16 bin kitaplı Caddebostan Muhtar Özkaya Halk Kütüphanesi memursuzluktan 27 / 11 / 1998 tarihinden itibaren kapısına kilit vurdu.
       Üsküdar Şemsipaşa Halk Kütüphanesi'ne bağlı iki kütüphane de evvelce aynı gerekçe ile kapatılmıştı.
       İlgililerden edindiğim bilgilere göre tayin olan memurlar da geçici görevle başka yerlere naklediliyormuş.
       Kültür Bakanlığı neden bu kütüphanelere sahip çıkmıyor? Neden tayin ettiği memurların başka tarafa gitmesine göz yumuyor?
       Kültür Bakanlığı bu hayat şartlarında halkın tek kitap temin yeri olan kütüphaneleri tek tek kapatarak aydınlık saçan bu yuvaları karanlığa mı gömecek?.."

       İtalya'ya gönderilen 900 sayfalık dosya Apo'nun iadesini sağlamayacak. Çünkü Türkiye'de idam cezasının kalktığına dair bir notu içermiyor. Ne var ki Türk kamuoyunda Apo'nun iadesi ve cezalandırılmasına ilişkin istek yoğunlaşıyor. Apo'nun dönüşüne ilişkin umutlar azalırken beklentilerin yükselmesi, iç gerilimin istenmeyen olaylara dönüşmesi tehlikesini arttırıyor. Profesör Baskın Oran'ın dünkü Radikal'de dediği gibi:
       - PKK terörünün yarattığı acılar bu vahşi kapitalizm ortamında ona reva görülen sıkıntılarla birleşince, Toplum ancak Apo'nun kellesini almak'la, tatmin olacak bir duruma getirilmiştir. Şimdi de `hayal kırıklığı' sonucu bu tatminsizlik artmaya adaydır. Bu tatminsizliğin en tatsız sonucu, Apo'nun kellesini alamayan toplumun, şimdiye kadar Devlet - PKK düzeyinde seyreden çatışmayı bundan sonra Türk - Kürt düzeyine dönüştürmesi olasılığıdır. Basın açıklaması veya açlık grevi yapmaya girişen Kürtlerin linç edilmek istenmesi korkutucudur...
       Toplumsal öfkeyi istismar etmek isteyenlerin hayli mesafe katettiği şu dönemde, basına ve siyasetçilere halkın tepkisini mantık raylarına oturtmak yönünde büyük görev düşüyor. Sakin olalım... Sinirlerimize hakim olalım...

       Halk Bankası 1993 yılında Yahya Demirel'in Kıbrıs'ta kurduğu Kıbrıs Yatırım Bankası'na 4,5 milyon dolar para yatırıyor. Yahya Demirel parayı geri vermiyor. Deve yapıyor. Halk Bankası eski Genel Müdürü Sezgin Taşkıran öyle sıradan biri değil. Demirel ailesine yakın bir zat... O kadar ki... Yahya'nın bankasına parayı onun hayali ihracat ve Şekerbank sabıkalarını bile bile veriyor.
       Aradan 5 yıl geçmiş... Sezgin Taşkıran hakkında halen soruşturma sürüyormuş. Haberi veren Hürriyet Gazetesi manşeti şöyle atmış:
       "Yahya Müdür'ü yaktı..."
       Tabii bu yanış farklı ve keyifli bir yanış...
       Hani adamın biri bakracın içinden ayran içerken ikide bir "Ohh yandım" diyormuş da Nasrettin Hoca dayanamış; "Ver şu bakracı biraz da biz yanalım" demiş ya.. Müdürün yanışı da o hesap...
       Yahya ile birlikte kimbilir nasıl yanıyorlardır şu sıralarda...
       Baklava, fıstık falan çalmadıkları için hapse atılma tehlikeleri de yok...
       Deyme keyiflerine...

       Kanal D'de yakında "Sağdan git cüzdan bul" adlı bir program başlıyormuş.
       Herhalde Bülent Ecevit'in yıllardır uyguladığı programdan esinlendiler.
       ***
       Ara sıra parlamentonun halkın gerisinde olduğu söylenir. Bu Meclis'in düzey olarak bu halka yakışmadığı ifade edilir. Halkın TBMM'den ilerde olduğu kabul görür. Peki ama... Bir meslektaşımızın sütununda yer alan Bertrand Russell'ın şu sözlerine ne denir:
       "... Demokraside seçilenler aptal ve salak olamazlar. Çünkü onlar ne kadar aptal ve salak olurlarsa olsunlar, onları seçenler, onlardan daha salak olduklarından, rölatif düşünce sonunda, demokratik usulle seçilmiş olanlar kendilerini seçenlerden daha `aptal ve salak' sayılamazlar..."
       Halkın seçtikleri kendinden daha açıkgöz olabilir. Ama daha aptal olamaz.





Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr