Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       İnsanlar tanık oldukları hırsızlıklar, yolsuzluklar, adilikler, şirretlikler karşısında zaman zaman söyleyecek söz ve sıfat bulamıyor. Apışıp kalıyor. Fıkra işte öylesi durumlara ilişkin... Kimden mi?.. Müjdat Gezen aracılığıyla rahmetli Sadık Şendil'den...
       Efendim, adam, zamanının en büyük efelerindenmiş... En önemli özelliklerinden biriyse, küfürbaz mı küfürbaz olmasıymış... Hele hele, birisi nargilesine dokunmaya kalksın... Küfürün bini bir paraymış...
       Bir gün bir Roman çocuğu;
       - Ben efenin nargilesine dokunurum, bana laf edemez, diye tutturmasın mı?..
       Aman ha! Yapma, etme... demişler ama, dinleyen kim?..
       - Nargilisine dokunurum da bana edecek laf bulamaz, diyormuş, başka şey demiyormuş.
       Neyse uzatmayalım.. Bu Roman çocuğu, dediğini yapmak üzere efenin yanına yaklaşmış. Elini nargileye uzatmadan önce sağ elinin baş ve işaret parmaklarını daire biçimine getirerek demiş ki:
       - Anlarsın ya, ben şeyim!
       Efe kaçın kurrası, anlamaz mı? Anlamış tabii. Ses etmemiş ama... Roman çocuğu devam etmiş:
       - Benim annem var ya, benim annem... İpliğini pazarda satmıştır. Babam, annemi satarak evi geçindirir... Kız kardeşimi de ben pazarlarım... Haaa.. unutmadan söyleyeyim; ben ayrıca hırsızım da...
       Efe dayanamamış, başını hafiften kaldırıp sormuş:
       - Söyle bakalım, sen benden ne istersin be çocuk?..
       Çocuk hiç düşünmeden, "Nargilene dokunacağım" diye karşılık verince, efe;
       - Dokun oğlum, dokun, demiş, sana söyleyecek laf mı kaldı?..
       Ankara büromuzdan Yusuf Özkan bayram tatili için gittiği memleketi Isparta'da etrafı dolaşırken Şükrü Erbaş'ın o unutulmaz "Köylüleri niçin öldürmeliyiz" adlı şiirini anımsamış... Nedenini ağlamaklı bir sesle anlatıyor:
       - Isparta'nın Gelendost ilçesinin Çaltı köyü civarında, devlet bir sulama projesi yürütüyor. Bunun için dağı delerlerken, tesadüfen bir mağara bulmuşlar. İçinde, çeşitli renklerde, 2 - 3 metre yüksekliğinde sarkıt ve dikitler, bembeyaz travertenler olan müthiş güzellikte bir mağara bu... El feneri tuttuğunuzda ortaya çıkan renk cümbüşünü anlatmak mümkün değil. Ama...
       - Aması ne?
       - Ama çevredeki Köke ve Yenice köylerinde yaşayan köylüler bu mağaradan haberdar olur olmaz, almışlar ellerine kazmaları, kürekleri, testereleri, atlamışlar traktörlerine, dalmışlar mağaranın içine... Birkaç gün içinde talan etmişler bütün bu güzellikleri... Travertenleri akvaryumculara, dekoratörlere, sarkıt ve dikitleri üç otuz paraya turistlere satmışlar.
       - Peki "Dur!" diyen kimse olmamış mı bu vahşete?
       - Çaltı köyünün sakinleri jandarmaya haber vermiş. Ancak jandarma mağaranın bir ağzının başında beklerken, köylüler öteki ağızdan girip talanı sürdürmüşler. Zaten jandarma da bunlarla başedemeyeceğini anlayınca, birkaç gün bekledikten sonra çekip gitmiş. Ben köylülerin vahşetini ve mağaranın son durumunu görünce ağlamamak için kendimi zor tuttum.
       Yusuf'u teselli ettik... Hırsızlık devletin üst düzeylerine tırmanmış, legalleşmiş, yağmacı kültür böylesine günlük hayata egemen olmuşken sadece bu köylüleri suçlamak... Doğrusu biraz haksızlık olur...
       Bugün asker ocağında ziyaret günü... Özlemli kucaklaşmalar... Heyecanlı buluşmalar... Sarılışlar... Şakalaşmalar... Bu kadar mı?.. Hayır... Bu özlem günleriyle ilgili önemli bir sorun daha var. O sorunu bize duyarlı bir astsubay okurumuz içten bir üslupla yazmış. Askerde yakını olan herkesi ilgilendiren bu konu hakkında değerli astsubay okurumuz bakınız ne demiş:
       ***
       ...Yakınınızdan birisi askere gitti. Ne yaparsınız? Acemi birliğinde ziyaret edersiniz... Belki ufak tefek harçlık yollarsınız... Telefon açarsınız... vs...
       Ancak ne yazık ki günümüzde askerliğin kutsallığına, gerekliliğine ve soyluluğuna aykırı bambaşka yollar zorlanıyor. Kendini imtiyazlı gören veya öyle sanan bazı kişiler askerdeki yakınlarına ayrıcalık sağlamak üzere TSK'da görev yapan bir subay veya astsubay ararlar. Onun vasıtasıyla çocuklarının veya yakınlarının askerlik yaptığı yerdeki bölük komutanı veya bölük astsubayına ulaşırlar. O tanıdıkları vasıtasıyla başlarlar baskı yapmaya: "Bizim oğlanı hafta sonları gönderseler çok iyi olur", olmadı "Birkaç gün avanta izin", olmadı "Geçici görevle başka bir yere nakil" vs, vs.
       Bu işe aracı olmak zorunda kalanlar nezaket gereği bu isteklere hayır diyemezler. Bölük görevlileri de kendilerine ricada bulunan meslektaşlarını kıramazlar. Ve bölükte başlar bir "torpilli asker" imajı. Burada en çok rahatsız olanlar bölük komutanları ve astsubaylarıdır. Aracılığınızla ailelere seslenmek istiyorum... Lütfen bizleri güç durumda bırakmayın. Herkesin çocuğu en az sizinki kadar değerlidir. Güneydoğu'ya gidip de kolunu, bacağını, hatta hayatını oralarda bırakanları düşünün. Çocuğunuzun üç - beş gün sizinle birlikte olması, arkadaşları arasındaki adalet ve eşitlik duygusunun zedelenmesinden, onların üzülmesinden çok mu önemli?.. Asker ocağı eğer kutsalsa, bu ocaktakiler "MEHMETÇİK"se eğer, bunu yıkmayın, bozmayın. Diğer anne - babaları üzmeyin, bizi de... Lütfen kimseden çocuğunuza "TORPİL" yapılmasını istemeyin...
       Özal'ın anıt mezarının açılışında yankesiciler vatandaşları çarpmış..
       Rahmetlinin ruhu şimdi şad olmuştur işte!..



Yazara E-Posta: M.Asik@milliyet.com.tr