Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       Elektrikte yine kesinti dönemi başladı. Sabah ve akşam 1,5 saatten "günde 3 saat" elektrik yok. Bilgisayarlar çalışmadığından işler duruyor. Trafik lambaları söndüğünden trafik karışıyor. Dersler yapılamıyor. Birşey okuyacaksınız, okunmuyor. Günlük hayat 3 saat felç.
       Çok garip olan... Geçen hafta ortasına kadar İstanbul'da ne kesinti ne kısıntı vardı. Perşembe gününden itibaren devreye bir günde yüzlerce yeni fabrika girmiş gibi günde 3 saat kesinti başladı.
       Kesinti sebepleri mi? Enerji Bakanı Cumhur Ersümer'e göre şunlar: Olumsuz hava koşulları, Eskişehir'de bulunan doğal gaz aktarma istasyonundaki kompresörün donması, barajlardaki su seviyesinin "en düşük" seviyede bulunması...vs...
       Elektrik Mühendisleri Odası eski Başkanı Ünal Erdoğan telefonda:
       - Bunlar laf kalabalığı, diyor.
       - Peki gerçek?..
       - Efendim, bir defa "donma" olduğu söylenen Eskişehir'deki tesis doğalgaz santralı değil. Bu bir aktarma istasyonu... En başta donmayı engelleyecek önlemin neden alınmadığı merak edilir. Geçelim... Diğer santralların yarısı boş duruyor... İhtiyacın yüzde 50'sini karşılayabilecek kapasitedeki su santrallarının üretimi yüzde 10'un altına düştü. Barajlar dolu. Ama santralları çalıştırmadan suyu boşa akıtıyorlar. Doğu'daki 5 - 6 santral çalışmıyor, devre dışı bırakıldı... TEK Genel Müdürü'nün "gizli" kayıtlı yazısı var elimde... Su santrallarının yükünün yüzde 5'e indiğini itiraf ederek, "Sistem salınımı bozuk, şebekenin dengesini tutamıyoruz" diyor. Yani yüzde 50 enerji üretim kapasitesi olan su santrallarını çalıştırmıyorlar...
       - Neden yapıyorlar bunu?
       - Bence yine nükleer santralı kamuoyuna kabul ettirmek için... Tepkileri bastırmak için. Birkaç hafta önce Ukrayna'dan gelen gazı bahane ederek yaptıkları oyunu tekrarlıyorlar.
       Bize de öyle geliyor. Nükleer santral ihalesiyle ilgili kararın 1 veya 2 Şubat'ta açıklanacağı söyleniyor. Kesintiler, geçen defa olduğu gibi, açıklama öncesi bir hazırlık olabilir. Kasaba politikacıları ucuz oyunları sever...

       ***
       Galatasaraylı Hagi'nin ceza alması için Fener yönetimi de gayret gösteriyormuş.
       Oldu olacak... Hagi'ye Fener'de oynama cezası verilsin...

       ***

İlansız kayıp

       Toprak altından her gün ceset çıkıyor... Sayı 50'yi buldu... Tahminlere göre 150'yi de bulacak... Bindiğimiz taksinin şoförü hayretlerde:
       - Yahu abi, gazetelerde iki günün biri "Kayıp köpek" ilanı görüyorum. Adamın köpeği kayboluyor, hemen gazeteye ilan veriyor. Bu kadar aile, kayıpları için neden basını, polisi, hükümeti falan ayağa kaldırmamış..?
       Şoför arkadaş haklı. Durum garip. Demek ki Türkiye'de insanın kaybolması olağan sayılır olmuş. Belki de şöyle konuşmalar geçiyordu:
       - Yahu sizin Cemal son zamanlarda görünmüyor, nerede?
       - Kayıp... Galiba Hizbullah kaçırdı...
       - O zaman mesele yok. Ben de önemli birşey var zannetmiştim...
       Vahşetten daha korkunç olan. Karşısındaki bu suskunluk. Değil mi?

       ***
       Ekranlarda Hizbullah vahşeti. Gazetelerde haber ve fotoğraflar. Ancak beklenen yerlerden beklenen açıklama gelmiyor:
       "Bunlar meczuptur"
       Murat Biricik

       ***

Davos notları!..

       Açık Pencere'nin yağcı ve sağcı elemanı Fahrettin Fidan, malum çevrelerle işi bağladı, Başbakan Bülent Ecevit'in Davos gezisini dakika dakika yağladı:
       * Uçağımız kalkışa hazır. Hostesimiz anons ediyor, kemerimi bağlıyorum, Davos'a Türkiye'nin damgasını vuracağımız için şimdiden duygulanıyor, için için ağlıyorum.
       * Uçağımız havalanıyor, kemerimi çözüyor, uçağın ön tarafına dalıyorum, soluğu beyfendinin yanında alıyorum. "Beyfendi, ne mutlu bana ki, sizin adınızla büyüdüm" diyorum, olanca nezaketiyle uzattığı hıyarı afiyetle yiyorum. İltifatım karşılıksız kalmıyor, ancak beyfendinin, "Ben de sizin yazılarınızı okuyarak büyüdüm" sözlerini aklım pek almıyor. Masadaki meyveler beyfendi ve eşi tarafından afiyetle bir bir yeniyor, yutuluyor, bu yenişteki zarafet ve letafet karşısında insanın adeta nutku tutuluyor.
       * Beyfendiye, "Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük devlet adamı olmak nasıl bir duygudur?" diye soruyorum, soruma yanıtın Rahşan Hanım'dan gelmesini, beyfendinin tevazuuna bağlıyorum.
       * İsviçre havaalanında inip trenle Davos'a geçiyoruz, beyfendiyi görmek için yolboyu dizilen yaklaşık 5 milyon (!) İsviçreli'yi seçiyoruz. Dağlar - taşlar bile tepeleme insan dolu, Allah'ım nedir bu kadar sevilmenin yolu?
       * Ve nihayet Davos. Yine milyonlarca Davoslu "Halkçı Ecevit! Halkçı Ecevit!" diye bağırıyor, yırtınıyor, paralanıyor, çıkan izdihamda tam 2721 İsviçreli çeşitli yerlerinden hafif şekilde yaralanıyor. Kimseyi etkilemiyor ne dondurucu soğuk ve 3 metreyi bulan kar, aldığım duyumlara göre yaralılar arasında 15 devlet başkanıyla birlikte İngiliz Başbakanı Tony Blair de var.
       * Blair'i hastanede ziyaret ediyorum, "Var mı benden bir isteğin - rican?" diyorum. "Tek isteğim Ecevit'le görüşmektir" diyor, başka birşey demiyor, görüşme sağlanıncaya kadar açlık grevine yatmış, hiçbir şey yemiyor.
       * Büyük gazeteci isteği yerine getiriyor, istenen görüşmeyi sağlıyor... Aaaa! O da ne? Blair mutluluktan bir çocuk gibi ağlıyor.
       * Otelime dönüyorum, notlarımın en yağlılarını gazeteme geçiyorum, notlarımı gören genel yayın yönetmenimin, "Ulan bu heriften korkulur, yakında benim ayağımı kaydırır" diye korkuyla titreştiğini seçiyorum.



Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr