13.08.2009 - 21:43 | Son Güncellenme:
Necmi Zeka bir sihirbaz gibi, dili ve metni bir var kılıp bir yok ederek sorunsallaştırıyor dilin işlevlerini.
Kitaba adını veren şiir, şiir okurları için başlı başına bir deneyim türüdür. Kitapla aynı adı taşıyan şiir bir tür anahtar konumunda sayılır. Hangi açıdan anahtar olduğu, yalnızca adıyla mı yoksa bütünüyle mi anahtar olduğu, o şiirin o konumu hak edip etmediği: Bunlar şiir kitabı dediğimiz nesneyle ilgili, çekici noktalardandır.
Her kitapta yoktur elbette böyle bir anahtar. Kitabın adı bazen bir dizeden, bazen bir anafikir ya da izlekten, bazen de daha başka bir kaynaktan gelir. Ama her durumda, kitaptaki içindekiler sayfasına göz atarken, kitapla aynı adı taşıyan şiir özel olarak dikkatimizi çeker ve çoğu kez de ararız o adda bir şiiri.
Bu arayış, adı “kitaba adını veren şiir” olan bir kitapla karşılaştığımızda daha da özel bir önem kazanıyor elbette. Necmi Zekâ’nın yeni kitabının adı böyle: “kitaba adını veren şiir”.
Çarpıcı bir iç içeliğin sinyali değil mi bu? Aradığımız şiir, “kitaba adını veren şiir” adlı kitaptaki “kitaba adını veren şiir” adlı şiirdir şimdi...
Bitmeyen çarpışmaGelgelelim, yok böyle bir şiir. Kitaba adını veren şiir yok bu kitapta. Oysa, kitapta böyle bir şiirin varlığını hayal etme olanağı öylesine güçlü kılınmış ki, o şiiri aramamak ve daha önemlisi, hayal etmemek olanaksıza yakın.
Aradığımızda bulamasak bile, bu olmayış bir türlü netlik kazanamıyor zihnimizde; olgunun genel varlığı, özgül yokluğuyla çarpışıyor. Daha önemlisi, kitaba adını veren şiirler var oldukça, bu çarpışmanın da bitmeyecek olması.
Böylece biz, var olmayışıyla anlam yaratan bir ‘şiir’den söz ediyoruz. Calvino o güzelim “Var Olmayan Şövalye”sinde işin adını koyuyordu; Necmi Zekâ ise adını tam olarak koymadan, ama ‘ad’ sözcüğüne yine de yer vererek başarıyor bu işi...
Zafer Aracagök, Necmi Zekâ’nın şiirini konu alan 2003 Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü Sempozyumu’na sunduğu bildiriyi yazmış olmasa bu saptamaya yine de ulaşabilir miydim, bilmiyorum. Aracagök sonradan Yom Yayınları tarafından 2005 yılında yayımlanan “Necmi Zekâ Şiiri” adlı sempozyum kitabında yer alan o nefis yazısında, Necmi Zekâ’nın ‘göstermeden gösterdikleri’nden, ‘dilin bütün işlevini yitirdiği bir an’dan söz ediyordu.
Diyebilirim ki Zekâ, bir sihirbaz gibi, dili ve metni bir var kılıp bir yok ederek sorunsallaştırıyor dilin işlevlerini. Ve onunla birlikte, dünyayla olan ilişkilerimizi de elbette.
Sempozyum sonrasında bundan önce bir kitabı daha yayımlanmıştı Zekâ’nın: “ben ona o bana/ ne oldu sana dedik” (YKY, 2005). Orada en çok “beni utandırdınız - size kısmetmiş” adlı şiirinde olmak üzere, yer yer fazlasıyla sertleştiği görüldü. Tıpkı dünyayla olan ilişkilerimiz gibi.
Düşün dur...
Necmi Zekâ şiiri, Miyazaki’nin, başta Yürüyen Şato olmak üzere o tuhaf gacır gucur taşıtlarına benziyor: Uzlaşımsal dile ve uzlaşımsal olana hem çok yakın hem de çok kopuk ondan. En sıcak söz, metal soğukluğunda olana bitişik. En anlaşılır söz parçaları, çoğu kez anlaşılmaz bağlamlarla iç içe. Ve bunun yarattığı irkilti, yer yer oluşan humor duygusunun yarattığı ruh ferahlığıyla iç içe. Humor, bu yeni kitapta güncellikle de birleşiyor yer yer: bkz. “acımayacaksın bunlara”, “anket şiir”, “iştirak”, “usulden”...
Bir şiir adındaki imlaya takılmasam olmazdı: “les amours diverses”. Fransızcada aşk sözcüğü erildir ama, burada dişil. İmla hatası mı (“diverses” değil, “divers” olacak), yoksa şair bir şey mi söylemek istiyor, düşün dur.