Yazarlar O, Zehra Yıldız

O, Zehra Yıldız

14.12.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

O, Zehra Yıldız

O, Zehra Yıldız

Zeynep ORAL

YAŞAMLA ölümü birbirinden ayıran o incecik ve keskin mi keskin çizgide gidip geliyor, gidip geliyor, gidip geliyor, o şu anda... Almanya'nın Heidelberg kentindeki bir hastanede... Yazı sona ermeden belki de bir mucize...
O, Zehra Yıldız.
Onu tanıyanlar, onu bilenler, onun bir kez olsun sesini duymuş olanlar dört gündür cehennemi yaşıyor. Mucizeyi beklerken...
O, ne zamandır ve şu anda da mesleğinin zirvesinde başarısının doruğunda.
Mesleği, başarısı, kimliği, gönüllerde taht kurma nedeni, sesi. Ama yalnızca o kadar değil.
Ses, insanın içinde taşıdığı Allah vergisi...
O sesi nasıl kullanacağını bilmek, o sesi eğitmek, o sesi geliştirmek, zenginletirmek, donatmak, o sesi korumak ve çoğaltmak, o sesi dünya müziğinin ve edebiyatının hizmetine vermek, o sesi yorumculuktan da öte yaratıcı kılmak, bunlar, tarihin değil, insanın işi...
Zehra Yıldız önce bu güç işi başardı. Ama herkesin dilinden düşmeyen "O çok özel biri" sözcüğünün gerisinde, bu başarıdan çok kişiliği söz konusu. Çalışkanlığı, çalışma disiplini, akıllara durgunluk veren alçakgönüllülüğü, doğallığı, çevresine ve yeryüzüne sarılışı... "Diva"lığı yalnızca sahnede yaşayan kişiliği... Bir başka Diva'nın, Leyla Gencer'in deyişiyle, "O, bizde, bizim sahnelerimizde bir tane. Onun gibisi yok."
Ona ilk vuruluşum, hiç unutmuyorum "Aida"daydı. Operanın üçüncü perdesinde, Aida'nın, tek başına, ay ışığında, vatan hasretiyle yanıp tutuşarak söylediği bir arya vardır. "O, patria mia..." "Vatanım... Bir daha asla göremeyeceğim vatanım"... Zehra Yıldız bu güzelim aryayı, neredeyse boylu boyunca yatarak, hiç hareketsiz, soprano sesinin tüm duruluğu ve ışıltısıyla ve yüzündeki sonsuz özlemle söylüyordu. O aryayı söylerken çöl akşamının sıcaklığını, rüzgarın esintisini, ayışığının oyunlarını bedenimde hissediyordum. Sesiyle ve yüzüyle, özlemi elle tutulur, gözle görülür somut bir nesneye çevirmişti.
"Uçan Hollandalı"da Senta'ydı Zehra Yıldız. Romantik genç kızların en romantiğiydi. Denizlerde seyretmeye mahkum Hollandalı denizciye sonsuza dek sadakat yeminini ederken, tüm gençliğini ona adarken, sahnede bir "tüy" gibiydi. Sesiyle ve oyunculuğuyla, cisminin tüm ağırlığından arınmış, uçuşan bir tüy...
"Salome"de, şiddeti ve dişiliği birleştirdi oyun kişiliğinde. Öfkeyle tutkusu arasında, kin, intikam duygusuyla aşkı arasında gidip gelirken tüm çelişkileri, kişiliğinde bütünlüyordu. O ünlü "yedi tül dansı"nı hem bunca erotik, hem de bunca estetik, seviyeli ve nitelikli sunabilecek, inanın çok opera sanatçısı yok dünyada.
Ve çok kısa bir süre önce izlediğim "Tosca" (Eğer araya sayım girmeseydi ve sayımda kadınlar yok sayılmasaydı, geçen pazar, bu köşenin konuğu olacaktı Zehra Yıldız!) Floria Tosca rolünde gerçek bir Primmadonna! Sesiyle, tavırlarıyla, görüntüsüyle ve sahneye olan egemenliğiyle... Sonunda Scarpia'yı öldürdüğü o ikinci perde boyunca izleyiciye ilettiği gücü ve kırılganlığı hiç çıkmayacak aklımdan. Bir de son perdedeki aşk düeti. Temsili izlediğim gece Cavaradossi rolünü Suha Yıldız oynuyordu. Ve Floria Tosca, Cavaradossi'ye (gerçek hayattaki eşine), "Aşkım, yalnız senin için ölebilirim" diyordu.
Aida, aşkı için diri diri gömülmeyi seçti... Senta, kendini azgın dalgalara bıraktı, denizin derinliklerinde kayboldu... Salome, nöbetçilerin mızraklarıyla öldürüldü... Floria Tosca aşkının peşinden kendini uçurumdan aşağı, boşluğa bıraktı...
Ama onlar opera kahramanları. Yalnızca sahnede var oldular.
Oysa yaşam, şimdi, burada. Yaşam devam ediyor...
Ve Zehra Yıldız bir sanatçı. Gerçek bir sanatçı. Mucizeler yaratabilenlerden.
Bugüne dek onun sahnedeki mucizelerine tanık oldum. Şimdi yaşamdakini bekliyorum.



Yazara Email Z.Oral@milliyet.com.tr