Yazarlar Öcü polis mi polis amca mı

Öcü polis mi polis amca mı

01.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Öcü polis mi polis amca mı

Öcü polis mi polis amca mı


       Çocuklara masal anlatmak polisin amca olmasına yetmiyor

       Elazığ Emniyet Müdürlüğü arada sırada hoş kampanyalar yapar, ben de bunları duyurmaya çalışırım. Önceki “bıçağı bırak kalemi al" kampanyasını duyurmuştum. Son yaptıkları da gayet sevimli ve anlamlı. Emniyet Teşkilatı’nın kuruluşunun 155. yılı anısına, “Çocuklarımıza trafik güvenliği konusunda yeterli bilgiyi kazandırmak ve herkesin dostu polis amcayı tanıtmak amacıyla", Alp’in Başına Gelenler isimli hikaye kitabı yayınlayarak okullara dağıtmışlar.
       Emniyet Müdürü Feyzullah Arslan’dan gelen mektupta şöyle deniyor: “Müdürlüğümüzce çocuklarımıza trafik olgusunun tanıtılması, bu konuda eğitilerek, canavar olarak ilan ettiğimiz trafik kazasından korunmasını sağlamayı amaçladık. Yine yıllardır çocuklarımıza öcü olara gösterdiğimiz polisimizin, aslında onu koruyan, ona yardımcı olan, herkesin dostu ‘Polis Amca’sı olduğunu vurgulamaya çalıştık."
       Bunlar güzel şeyler ancak, ne yazık ki polisimiz, “POLİS AMCA" kimliğine böyle sevimli dergiler yayınlayarak bürünemiyor. Yani altyapı olmadan makyaj, pek bir işe yaramıyor. Bir kısım polisimiz hala, herkesin korktuğu öcüler...
       Feyzullah Arslan’ın Emniyet Müdürü olduğu ve polisi öcü olmaktan kurtarmaya uğraştığı Elazığ’ın bir karakolunda, 26 Haziran günü bakın neler yaşanıyor?

       Sana mı soracaktım lan!
       Elazığ’daki Mehmet Ali Çakır (Namı diğer MAÇK) Karakolu önünde yürümekte olan iki tıp fakültesi öğrencisinden, yeni sınavdan çıkmış olan N, dalgın dalgın notlarına bakmaktayken, bir polis memuruna omuzuyla çarpıyor. İki polis memuru onları durdurup kimlik soruyor. N öğrenci kimliğini gösteriyor ama polis bunu yere fırlatarak “bu kimlik işe yaramaz, bana TC kimliğini göster" diyor. N’nin üzerinden bu kimlik çıkmayınca iki arkadaş karakola götürülüyor. N’nin kimliğini istemek için evini aramasına izin verilmeyip nezarete atılmak için işlemler yapılmaya başlanıyor. Y ise dışarı çıkıp arkadaşının evini arıyor ama kimse çıkmadığı için tekrar karakola dönüyor. Bir polis memuru “nereye gidiyorsun" diye soruyor. Y, cevaplamaya çalışırken, polis içeri girmesine izin vermeyerek, tişörtünden tutarak dışarı doğru sürüklemeye başlıyor.
       Y, “Bir dakika bırakır mısınız bir şey soracağım" deyince bırakıp, “Sor bakalım" diyor. Tıp Fakültesi öğrencisi Y, “Bu yaptığınız polisliğe yakışıyor mu?" diye sorunca, polis memuru, “Sana mı soracaktım lan" diyerek Y’ye bir tokat patlatıyor. Y, polisin adını, soyadını soruyor, polis adını veriyor ama “Ne yapacaksın lan soyismimi" diyor. Y öteki polise dönüyor ve “Bakın bu bana tokat attı şahidim olur musunuz" diyor. Adı H olan bu polis de “ne şahidi lan" diyerek Y’nin öteki koluna yapışıyor. Y yumruklanırken, bir sivil , “gel hele sen gel" diyerek Y’yi çekiyor ve acımasızca dövmeye başlıyor. Y “ben tıp öğrencisiyim yapmayın" derken on kadar kişi Y’ye vurarak yürütmeye başlıyor. Tokat atan polis, “Tıp öğrencisine bunlar yakışıyor mu?" diye soruyor. Y “Ben sana ne yaptım, sadece soru sordum" diyor ve sonunda kendini dışarı atıyor.

       Öğrenci sinirden ağlıyor
       Y’nin arkadaşı N işlemler iptal edilerek nezaretden çıkartılıyor. Ancak babası ile karakola dönen Y’ye, MAÇK’ın amiri, “Sen yalan söylüyorsun, ben buradan duydum. Polis olmanız size bunları yapmanızı gerektirmiyor diye hakaret eden sen değil miydin?" diyor. Y, amire “Emin misiniz, bu sözleri ben mi söyledim" diye sorunca “Evet, sen söyledin" cevabını alıyor.
       Y, kendini dışarı attığında ağlamaya başlıyor. “Karşımda heybetli, ak saçlı bir insan yüzüme baka baka beni yalancı çıkartıyordu, o benim güvendiğim insandı. Benim gözümde karakolunu kötü muamele eden insanlardan koruyacak birisiydi... Tam anlamıyla arkamdan vurulmuşa dönmüştüm" diyor. İki üniversite öğrencisi bir polise omuzla çarpmalarının ve soru sorma cüretinde bulunmalarının cezasını dayak yiyip, nezaret korkusuyla ödüyor.
       Ve herkes bu iki öğrenciye “bu işi uzatmamalarını" tavsiye ediyor.
       Elazığ Emniyet Müdürü Lütfullah Arslan’ın “polisi iyi yürekli polis amcaöya dönüştürmek çabaları övgüye değer. “2000 Elazığ’da huzur ve güvenlik yılı" diyorlar da, polise yanlışlıkla çarpanlar, polise soru soranlar, karakola adım atanlar polis tarafından dövülerek mi Elazığ huzura kavuşacak? Polisin iyi bir amca ya da abi olması için iyi bir eğitim alması gerekmiyor mu? Burada emniyet müdürlerine çok fazla iş düşmüyor mu? Ekranlarda yere düşen öğrencinin kafasına bir de tekme atan polisi gördüğümde, bunlar nasıl eğitiliyor, bu düşmanlık, bu kin onların beynine zorla mı enjekte ediliyor yoksa zaten içinde kin taşıyan insanlar mı polis oluyor diye hep merak etmişimdir.

       Yeniden eğitim
       Polis Akademileri’nden mezun genç polisler övgüyle anlatılıyor. Ama bu güruh yüzünden gerçekten “abi-abla" olan polisler de pek sevilmiyor. Peki bugün hala karakollarda işkence aletlerinin bulunmasına, hortumlu polislerin varlığına, işkencenin sürüp gittiğine emniyet müdürleri nasıl bakıyor? Bu konuda hiç birinden bir açıklama ya da kınama gelmiyor.
       Sanırım tüm polis teşkilatının, uygar bir ülke polisine yakışır kişilik ve davranışlar için yeniden bir eğitimden, çağdaş bir kurstan geçirilmesi gerekli? Belki de Memoli’nin bu kadar sevilmesi böyle bir polis kimliğine olan ihtiyacımız yüzünden.

Dünya güzel ikizler

Çırağan Oteli’nin deniz kıyısında, Q Bar’da ekranlardan bir piyano sesi yankılanıyor. Ev sahibi iki zarif kadın, misafirler arasında koşuşturuyor, bir de güzel bir konuşma yapıyorlar. Bu iki kadın güzel, zarif, şık, sade, akıllı, sevimli, yetenekli, başarılı, ünlü... Herkes onlara sevgiyle, saygıyla, hayranlıkla bakıyor...
       Bu iki kadın, uluslararası sanat dünyasında ayrıcalıklı bir yere sahip. Dünyanın her yerinde resitaller vermişler, dünyanın en önde gelen senfoni orkestralarıyla çalmışlar; ABD, Almanya, İtalya, Fransa’daki yarışmalarda birincilikler almışlar; UNESCO’nun Dünya Müzik Haftası’nda Almanya’yı temsil ederek birinci olmuşlar ve şimdi Bach’ın caz yorumuyla mükemmel bir klip ve CD ile karşımızdalar.
       (Ama onların adı, Demet Şener ve Ebru Şallı olmadığı için Türk basınında sık sık yer almaları imkansız!)
       Güher ve Süher Pekinel, “Johann Sebastian Bach, çocukluğumuzdan beri bizim için gerçek ve aynı zamanda çok boyutlu düşünceyi aksettiren bir ayna görüntüsü canlandırmıştır. Sadece Bach’ta armoni içinde şeffaflık ve olağanüstünün sonsuz arayışını ve doğrudan formüle edilişini bulduk. Bach’ın büyüklüğü, kimlik ispatı bitmez tükenmez görüş açısına, aynı zamanda geçmişte, şimdiki zamanda ve gelecekte olma isteğine dayanmaktadır... Füzyon ve dünya müziği yeni bir çağın başlangıcındadır. Bu çağda caz da yeni ortaklıklar arayacak ve ortaklıklara girecektir" diyorlar.

       Take Bach
       Take Bach albümünde Pekinel’lere Jacques Loussier Trio eşlik ediyor. Aranjman da Jacques Loussier’nin... Yapımını Universal’in üstlendiği albümün fotoğraflarını Nihat Odabaşı çekmiş. Take Bach isimli klip ise Türkiye’de bu anlamda yapılmış ilk klasikcaz klibi. Klibi Abdullah Oğuz, Binbirdirek Sarnıcı’nda çekmiş ve Pekineller’e Fransız Les Asteorides Dans Grubu eşlik etmiş. Tümüyle nefis bir çalışma. Özellikle hem klasik müzik hem de cazdan keyif alanlar bayılacaklar.
       Türkiye kimlerle gurur duyuyor malum ama... Sevgili Pekineller, sizlerle de gurur duyan pek çok insan var, bunu bilin...





Yazara E-Posta: dasena@milliyet.com.tr