Yazarlar Ölçü ne?

Ölçü ne?

06.11.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ölçü ne?

Ölçü ne


       Uluslararası müdahaleler bazen uluslararası hukukun bazen de uluslararası gugukun eşliğinde gerçekleşti.
       Bir dönem, asıl olan, soğuk savaşın etkisiyle, "beğenmediğin rejim"e müdahaleydi.
       Doğrudan devrim ihracı ya da tam tersine devrim ihtimalinin bastırılması.
       Kore, Vietnam gibi. Hatta tersinden, Afganistan.
       ABD, Grenada'yı bastı; bir zamanlar kendisinin ekip biçtiği Panama yahut Haiti'yi teslim alıverdi bir gecede.
       Nikaragua'da, ABD destekli ve işin içine kara para ile uyuşturucu trafiğinin de sokulduğu bir "kontra" gerilla savaşı örgütlendi.
       Bunların önemli bölümü hem iki blok arasındaki kapışma özelliklerini, hem de ABD'nin "arka bahçe" düzenlemelerini barındırıyordu, Türkiye de dahil birçok ülkede yürütülen manipülasyon faaliyetleriyle birlikte.
       Irak'ın, biraz da özendirildiği iddia edilen biçimde Kuveyt'i işgaliyle, stratejik bir bölgede, "uluslararası hukuk" adına bir egemenlik düzenlemesi amaçlandı.
       Somali, "insani müdahale" gerekçeliydi.

       . . .

       Somali ve Irak'tan sonra, uluslararası müdahalelerdeki bu "insanilik" tonu, samimi - gayri samimi, haklı - haksız daha çok vurgulanır oldu.
       Sovyet blokunun çözülüşünden, Avrupa'da ve hinterlandında yeni devletlerin doğuşundan yahut yenilerini doğurma arzusundan itibaren, ciddi bir paradoks ortaya çıktı.
       Bir devletin, bir ülkenin "iç işleri" ile insani kaygıları dikkate alan uluslararası hukuk ve müdahale anlayışı arasındaki çelişki.
       Onca katliamdan sonra, Bosna bir uluslararası müdahale konusu olabildi.
       Bosna deneyiminin etkisiyle, statüsü farklı da olsa, Kosova müdahalesi de aynı insanilik ve hukuk temeline dayandırıldı.
       Son olarak nihayet "kendi kaderini tayin hakkı" hatırlanan Doğu Timor da.

       . . .

       Şimdi Çeçenistan.
       Temelde Kosova'dan farkı yok.
       Sırplar da Kosova'da "terörizm"i gerekçe gösteriyordu, Ruslar da Çeçenistan'da "terörizm"i gerekçe gösteriyor.
       Ama ABD ve Batı, hatta Türkiye de, Çeçenistan'a Kosova'ya baktığı gibi bakamıyor.
       Kosova, Avrupa'nın hemen içinde "artık sıkan" Sırp milliyetçiliğinin çürük dişiydi ve Sırbistan asla Rusya değildi.
       Rusya, Batı'ya ekonomik bağımlılığından, Kosova üstüne sadece konuşmuş ama hareketsiz kalmıştı.
       Rövanşta Batı'yı hareketsiz bırakıyor.

       . . .

       Bir yandan, başta Gürcistan, bağımsızlaşan eski Sovyet cumhuriyetlerinde ayrılıkçı hareketleri ve iç çatışmaları körüklerken, bir yandan Çeçenistan'da egemenlik dayatıyor.
       Üstelik, uluslararası hukuk ve müdahale gerekçelerinin pek sevdiği deyimle artık "insanlık sorunu" biçiminde.
       Sadece bir toprak egemenliği meselesi de değil; Türkiye'yi de, ABD'yi de ve tabii tüm Kafkaslar'ı ilgilendiren petrol egemenliği açısından da.

       . . .

       Önemli olan şu:
       Uluslararası hukuk, büyük devletleri de içine eşit biçimde alan bir adalet ve insanlık meselesi midir, yoksa "iki yüzlü, oportünist" bir gücü gücü yetene uygulaması mı olacak?
       Ulusal egemenliğin ve uluslararası müdahale gereğinin sınırları coğrafyadan coğrafyaya, konjonktürden konjonktüre değişecek mi?
       Petrolden ulusal egemenlik meselesine, ayrılıkçılık tanımlarından insanlık sorununa kadar Türkiye bu soruların tam göbeğinde.
       Üstelik, Başbakan Moskova'da enerji filan konuştuğu ve birkaç gün sonra Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı İstanbul'da toplanacağı sırada...
       Dibine kadar içinde.


Yazarlar