Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Yaşı müsait olanlar hatırlarlar, 12 Eylül rejiminin bile zaptürapta alamadığı (üstelik pek çok Silahlı Kuvvetler mensubunun da parasını yatırdığı) bankerlerin saltanatı 1982 yılının Haziran ayında patlayan "Kastelli krizi" ile noktalanmış, bankerlerin çöküşünü bazı bankaların batışı izlemişti. O dönemde ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı olan rahmetli Turgut Özal bu olay üzerine görevinden ayrılmak zorunda kalmış ve yerini geçenlerde kaybettiğim Adnan Başer Kafaoğlu almıştı. Bu arada yaz rehavetinden yararlanarak izin kullanmaya hazırlanan ekonomi basını da "sıcak" gelişmeleri izlemek için seferber olmak zorunda kalmıştı.
Yirmi yıl sonra, çok farklı koşullarda gene "sıcak" bir temmuz yaşamaya hazırlanıyoruz. Bu bir ay içinde siyasetteki kargaşadan mucizevi bir çözüm çıkar, iç ve dış piyasalar bir ölçüde rahatlatılabilirse, bu "temmuz ateşi"ni ucuz atlatabiliriz. Sanıyorum Kemal Derviş’in son günlerde herkese anlatmaya çalıştığı da bu aslında. Piyasalardaki bozulmanın ivme kazanmasını önlemeye çalışıyor, iş alemini ve bankaları Hazine ile borç ilişkilerinde anlayışlı olmaya çağırıyor.
MHP Başkanı Devlet Bahçeli’nin dün yaptığı erken seçim çağrısıyla okun yaydan çıktığı söylenebilir. Türkiye erken seçim sürecine girerse bu yazın iyice "sıcak" geçme olasılığı daha da artacak. Umarız bu belirsizliği daha da artırmaz.

Milli Futbol Takımımız Dünya Kupası’nda başarılı olunca başarısızlığa sorumlu aramak ya da kılıf uydurmak gerekmedi; Türkiye’ye komplo kuran dış güçlerden, hakkımızı yiyen hakemlerden, midemizi bozan yiyeceklerden, alışık olmadığımız hava koşullarından fazla söz edilmedi.
Ekonomide ise durum farklı; 15 dakika iyi oynayıp umutlandık, tam "biz bu maçı alırız" havasına girerken eski hastalığımız depreşti, kendi kalemize gol atmak hevesine kapıldık. Dünya liginde küme düşme noktasından gelip üst kümeye çıkma hesapları yaparken bir kez daha küme düşmeye aday takımlar arasında adımız anılmaya başlandı. Kader bizi burada da Brezilya ile eşleştirdi ve her iki ülkenin de borçlarını ödeme sorunuyla karşılaşabileceği tartışılırken futboldaki başarının ekonomideki başarıyla yakından ilgili olmadığı da bir kez daha anlaşılmış oldu.
Şimdi bir yandan "ne oldu bize" diyerek ekonomideki patinajın nedenlerini ve sorumlularını bulmaya çalışırken bir yandan da "bundan sonra ne olacak" sorusuna cevap arıyoruz. Başarısızlığın nedenini dış güçlere, IMF’ye, Türk firmalarını yutmaya kararlı yabancı sermayeye bağlamak isteyenler her zaman olduğu gibi var tabii ama oyunu asıl bozanın ve kendi kalesine gol atanın siyasetçiler olduğunu çoğu kimse görüyor sanırım.

Piyasalar batırır mı?
Günümüzde bir ekonominin batması ya da çıkması, büyük ölçüde iç ve dış piyasaların o ekonomi hakkında yaptığı değerlendirmeye, verdiği karara bağlı. Hele ekonominiz dış kaynağa bağımlıysa, ancak IMF gibi uluslararası kuruluşlardan destek alarak ya da uluslararası ticari piyasalardan borçlanarak iki yakanızı bir araya getirebiliyorsanız o zaman dış piyasaların ve uluslararası derecelendirme (reyting) kuruluşlarının sizin ekonominiz için yapacağı değerlendirme, vereceği not daha da büyük önem kazanıyor. IMF yetkililerinin ikide bir, "program uygulamanız iyi gidiyor ama piyasaları ikna etmeniz gerekli" demelerinin nedeni de bu. Uluslararası piyasalar sizin ekonominizin gidişatını beğenmiyorsa, siyasilerinizin davranışlarını güven verici bulmuyorsa ve şu ya da bu nedenle ülkenin, ekonominin, mali piyasaların geleceğini iyi görmüyorsa hiç tereddüt etmeden ipinizi çekiveriyor. Bütün mesele işin bu noktaya gelmesini önlemek, onların bu olumsuz izlenimi edinmesine fırsat vermemek. Bu nedenle Türkiye gibi dış kaynağa bire bir bağımlı durumdaki bir ülkede ekonomi yönetiminin ve siyasetçinin bir gözünün sürekli olarak piyasalarda, özellikle de dış piyasalarda olması gerekiyor.

Brezilya’ya darbe
Hemen belirteyim ki bu aslında sakat ve sakıncalı bir düzen. Uluslararası piyasalar çoğu kez yetersiz verilerle, sığ analizlerle, geçmişten gelen önyargılarla ve çoğu kez de duygusal etkiler altında, yersiz beklentilere ya da gereksiz paniklere kapılarak hüküm verebiliyor bir ülke için ve bu hüküm de o ülkenin durumunu belirleyebiliyor. Son olarak Brezilya’nın başına gelenler bunun en taze örneği. Ekimde yapılacak başkanlık seçiminde İşçi Partisi adayının kazanma şansının yüksek görünmesi Brezilya’nın ipinin çekilmesine yetti ve daha iki ay önce "sorunsuz ülke" olarak görünen Brezilya şimdi Türkiye ile birlikte "sorun yaşayabilecek ülke" kategorisine sokuldu. Brezilya’nın uluslararası piyasadaki tahvillerinin fiyatı neredeyse % 50 düştü, borçlanma faizi tırmandı ve ülke ciddi bir krizin eşiğine getirilmiş oldu.

Türkiye kaşındı
Brezilya örneğine bakarak uluslararası piyasaların vereceği hükme dayanan bu sistemin sakat ve sakıncalı bir sistem olduğunu söyleyebiliriz ama halen geçerli olmaya devam eden sistem de bu. O halde herkesin bu sistemin sakatlığını hesaba katan bir davranış biçimi içinde olması gerekiyor. Kemal Derviş’in Türkiye’deki herkese ve özellikle de siyasetçilere anlatmak istediği de bu. Ne yazık ki bunu anlayabilenlerin sayısı pek fazla değil. Biz ekonomimimizin ne kadar kırılgan bir dengede durduğunu düşünmeden ve dış piyasaların bu dengeyi ne kadar kolay bozabileceğini hesaba katmadan ülke içinde siyasi boşluk yaratmak, hasta Başbakanla vakit kaybetmek, ekonomiyi boşlamak lüksüne sahip olduğumuzu sandık ve ne yazık ki olumlu bir yola girmişken şimdi tekrar uçurumun eşiğine sürüklendik.
Şimdi bulunduğumuz noktadan uçuruma sürüklenmemiz gayet kolay. Siyaset sahnesinde iyi bir yer tutmak için yapılan kişisel hesaplar ve atılan adımlar, Ecevitler’e yaranarak, birkaç hafta için olsa bile, "Kralcılık" oynamak isteyenlerin manevraları, aklın gereği olan çözümü zorlaştırırak bizi uçuruma yaklaştırıyor. Bu arada medyanın sorumsuzca davranarak her gün "bomba haber" üretme hevesi ve iç piyasalarda spekülasyonu bekleyen davranışlar da beklentileri daha beter bozarak Türkiye’nin riskini artırıyor ve çözümü zorlaştırıyor.
Evet, uçurumun kenarında duruyoruz ama bu noktadan düzlüğe doğru yürümek de bizim elimizde. Ecevit çifti gerçekle yüzleşmeye ikna edilebilirse ve kişisel hesaplar şimdilik bir kenar bırakılıp ekonomiye derhal sahip çıkacak bir hükümet modeli üzerinde uzlaşma sağlanabilirse durumu hala kurtarabiliriz belki.

Son sayısında Dünyanın En Değerli 1000 Şirketi sıralamasına yer veren Business Week dergisi ayrıca "yükselen pazar" diye nitelenen ülkelerdeki en değerli (yani kapitalizasyon değeri en yüksek) 200 şirketi de açıkladı. Merkezi Honkong’da bulunan China Mobile telefon şirketi 58.8 milyar dolarlık değerle sıralamada 1. sırayı korudu, 2. sıraya ise 45.8 milyar dolarlık değeriyle Güney Kore’nin elektronik devi Samsung oturdu.
Tayvan’dan 32, Güney Kore’den 23, Brezilya’dan 19, Meksika’dan 17, Çin ve Rusya’dan 10’ar şirketin yer aldığı sıralamada Türkiye’den de 6 şirket yer aldı. Geçen yılki sıralamada 38. olan T. İş Bankası 2002 sıralamasında 3.5 milyar dolarlık değerle 85. sırada yer alırken Turkcell 2.9 milyar dolarla 91., Akbank 2.2 milyar dolarla 149., Sabancı Holding 2.2 milyar dolarla 150., Koç Holding 2.1 milyar dolarla 163. ve Yapı Kredi Bankası 1.9 milyar dolarla 182. sırada yer aldı.

Yükselen Pazarlarda En Değerli On Şirket
1. China Mobile / Çin
2. Samsung Electronics / G.Kore
3. Taiwan Semiconductor / Tayvan
4. Gazprom / Rusya
5. Anglo American/ G.Afrika
6. Petrobras / Brezilya
7. Yukos / Rusya
8. Telmex / Meksika
9. SK Telecom / G.Kore
10. United Microelec. / Tayvan