Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bugünlerde iç çekişmelere ve küresel ekonomideki fırtınaya odaklandığımız için içimiz kapanabiliyor ama geleceğe bakarak belki biraz daha iyimser olabiliriz. Goldman Sachs’ın yeni verilerine göre 2007’den 2050’ye giden süreçte, ülkelerin ekonomik büyüklüklerine göre sıralaması büyük ölçüde değişiyor ve 2007’de dünyanın 18. en büyük ekonomisine sahip olan Türkiye 2050’de Japonya, Fransa ve Almanya gibi ülkeleri geride bırakarak dünyanın 9. en büyük ekonomisi haline geliyor. Grafikte de görüldüğü gibi, Çin’in 70 trilyon dolarlık ekonomisiyle açık farkla dünyanın en büyüğü olacağı 2050 yılında Türkiye’nin 5.9 trilyon doları aşan bir milli gelire sahip olacağı ve şimdi önünde olan pek çok ülkeyi geride bırakacağı görülüyor.
Goldman Sachs’ın verilerine göre Türkiye’nin kişi başına milli geliri de (kişi başına GSYİH) 2010’da 10 bin doları, 2024’te 20 bin doları, 2033’te 30 bin doları, 2040’da 40 bin doları, 2046’da 50 bin doları aşacak ve 2050’de 60 bin dolara çok yaklaşmış olacak. 

Küresel orta sınıf
Dünyadaki ekonomik güç kaymasının olası sonuçlarını ayrıntılı olarak irdeleyen Goldman Sachs’ın yeni açıkladığı veriler, küresel ekonominin ağırlık merkezinin Batı’dan Doğu’ya doğru kaymasına paralel olarak küresel orta sınıfın hızla genişlediğini de ortaya koyuyor. Küresel talebin belirleyicisi olan küresel orta sınıfa halen her yıl 70 milyon kişi katılıyor. 2030’lara doğru yıllık artışın 90 milyonu bulması ve yıllık geliri 6 bin dolarla 30 bin dolar arasında kalan 2 milyar kişinin küresel orta sınıfı oluşturması bekleniyor.

Haberin Devamı

2050’de Almanya ve Japonya’yı geçiyoruz

2050’de Almanya ve Japonya’yı geçiyoruz

Başbakan Erdoğan’ın ve AKP’nin sergiledikleri demokrasi anlayışı ile sınavı geçmeleri kolay değil.

Demokratlık sınavını kim verir, kim veremez?
Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) her ne pahasına olursa olsun devirme ve demokrasi dışı yollarla da olsa iktidarı ele geçirme girişimlerinin çıkmazını AKP Gerçeği ve Laik Darbe Fiyaskosu adlı kitapta anlatmaya çalıştım. Kitabın 9. baskısına eklediğim bölümde de AKP’yi kapatma girişimini neden yanlış bulduğumu açıkladım. AKP ve demokrasi tartışmasında nerede durduğum apaçık ortada ama bazı saptamalarımı tekrar netleştireyim.
-  Demokrasi dışı yollarla iktidarı ele geçirme girişimlerinin geçmişte başarıya ulaşmış olması Türkiye’de siyaseti kısırlaştırmıştır.
-  Laik düzeni korumaya odaklanmış olan kesim, son çare olarak askeri müdahaleden medet ummaya devam ettiği için, seçim kazanarak iktidara gelecek bir siyasi alternatif oluşturma çabaları hep güdük kalmıştır.
-  Demokrasi dışı yolları deneme eğiliminde olanların her yönteme başvurarak istikrarı bozma girişimlerinin ülkeyi nasıl bir karanlık ilişkiler girdabına sürüklemiş olduğu giderek daha iyi anlaşılmaktadır.
-  “Ergenekon” diye anılan dava bu karanlık ilişkileri açığa çıkartarak bundan sonra bu tür serüvenlere atılmayı düşünenlerin cesaretlerini ve heveslerini kırabilirse bu önemli bir aşama olacaktır.
-  Türkiye’de demokrasi ancak bu tür girişimlerin düşünülemez hale geldiği ortamda gelişebilir ve Avrupa ile bütünleşme projesinin önü açılabilir.

Pervanelerin sınavı

2050’de Almanya ve Japonya’yı geçiyoruz

Evet ben gayet net olarak bunları söylüyorum ama AKP’nin ampulüne pervane olanlara göre bu yeterli değil, “demokrasi sınavı”nı geçmek için. Entelektüel çapsızlığını hep güç sahibi birilerinin (örneğin Wolfowitz gibi neo-conların) amigoluğunu yaparak örtmeye çalışan bir arkadaşın, adımı anmadan geçen haftaki yazıma sataşan yazısından, bu “sınavı” geçmek için şimdi yaşanmakta olan “iç savaş ”ta darbecilere karşı iktidar cephesinde saf tutmamın şart olduğunu öğrenmiş bulunmaktayım.
Heyhat! İktidardaki AKP’nin demokrasi anlayışına hiç güvenemediğim için gene geçemeyeceğim şu “demokrasi sınavı”nı. Devletin gücünü ve istihbarat örgütünü arkasına alan, bu gücü gerektiğinde nasıl kullanacağını 1 Mayıs’ta ve sonraki bazı operasyonlarda gösteren, George Orwell’i bile kıskandıracak bir başarıyla herkesin telefonlarını dinleyen, kendisi gibi düşünmeyen herkese potansiyel düşman gibi bakan bir anlayışa, demokrasinin ve özgürlüklerin geleceği açısından güven duymak mümkün mü?

Sivilleşme ve demokrasi
Ergenekon davasının ertesinde Türkiye’nin önündeki sivilleşme alanının iyice açılacağını yazan Soli Özel bu noktada çok önemli bir tehlikeye dikkat çekiyor. Soli Özel’e göre: “Sivilleşme ile demokratikleşme aynı şey değildir. Sivilleşme demokrasinin bir önkoşuludur ama yalnızca önkoşuludur. Sivillerin darbeye ve kendi mutlak doğrularıyla otoriterliğe eğilimleri göz önünde bulundurulduğunda, (sivilleşme ile demokratikleşme) birbirlerine ters de düşebilir... Sivilleşme hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokratikleşmeyle bütünleşmezse, siyaset bu zihniyet doğrultusunda yeniden kurgulanmazsa Ergenekon sonrasında ümitlenenlerin düş kırıklığına uğraması da kaçınılmazlaşır. Ergenekon davasının demokrasi havarisi AKP’den yalnızca bir milletvekilinin geçmiş darbelerin soruşturulması önerisine destek vermesi bu açıdan ibretliktir.” (Sabah Gazetesi, 17 Temmuz 2008)
Türker Alkan da Başbakan Erdoğan’ın “Biz bu devleti yönetiyoruz, milleti de yöneten biziz” sözlerine takılmış haklı olarak. “İşte totaliter bir zihniyet diye düşündüm bunu işitince” diyor ve kaygılarını şöyle dile getiriyor: “Erdoğan bu sözleri ne kadar düşünerek ve içine sindirerek söyledi bilmiyorum ama gerçekten bu sözlerine inanıyorsa çok tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız demektir. Başbakan Erdoğan’ın bilinçli olarak totaliter bir toplum istediğini sanamıyorum ama milleti denetleyen bir devleti düşünmesinin bilinçsizce olması daha rahatlatıcı gözükmüyor bana.” (Radikal Gazetesi, 17 Temmuz 2008)   
Soli Özel’in ve Türker Alkan’ın kaygılarını paylaşmamak olanaksız. Bizim için amaç iktidardaki partinin amigoluğunu yapmak değil de gerçekten Avrupa normlarında bir demokrasiye erişmekse, bu kaygıların giderileceği şartların oluşması için de çaba göstermemiz gerekir. Bunu yapabilmek içinse kendi ölçülerimizi ve standartlarımızı koruyarak davranmak, AKP’yi de bu çerçevede eleştirel bir gözle değerlendirmek zorundayız. 
Ne yazık ki AKP’nin kapatılması halinde kafalar bir kez daha karışacak, siyaseti kendi çerçevesi içinde tartışmak bir kez daha olanaksız hale gelecek.

Haberin Devamı

İlkeli güvercin olmak ister misin Meral?
Ben geçen hafta bu köşede yer alan yazılardan birinde “ezberci papağanlar” ile “entelektüel birikimlerini yanan bir ampulün çekici gücüne kapılan pervaneler gibi harcayanlar”dan söz edince Meral Tamer bir yazı yazıp kendisine ve onun gibi düşünenlere de bir ad bulmamı istedi benden. Kolay olmadı ama buldum galiba. Papağan gibi ezberci olmasın, pervane gibi bir ampule takılıp kalmasın. İletişimi sağlamaya katkıda bulunsun ama aynı zamanda ilkeli ve akıllı olsun. Savaşı değil barışı simgelesin. İlkeli ve akıllı bir güvercin olmaya ne dersin Meral?