Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Kaynağımız yetersizken büyümeyi zorlarsak krize davetiye çıkarmış olabiiriz.


       Devlet Bakanı Işın Çelebi'nin farklı bir bakanlık tarzı var. Göreve geldiği günden beri bakanlığına bağlı kuruluşların ve bu kuruluşlarda görev yapan bürokratların çalışmalarını öne çıkartan, bu kuruluşların hazırladığı verilere dayanarak görüş belirttiğini vurgulayan Çelebi, bu davranış tarzıyla "ben yaptım, ben yaparım" üslubuna tutkun meslekdaşlarından ayrılıyor.
       Çelebi'nin hafta içinde İstanbul'da düzenlediği basını bilgilendirme yemeğinde de öncelikle Devlet Planlama Teşkilatı'nın ve Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın yetkilileriyle Türk Eximbank'ın Genel Müdürü yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdiler, 1999 hedeflerini açıkladılar; Bakan Çelebi ise 1998'de uygulanan "enflasyonla mücadele" programının 1999'da da neden sürdürülmesi gerektiğini vurguladı.

       Işın Çelebi, Türkiye ekonomisinin dengelerini korumak için enflasyonla mücadele programın sürdürülmesinin şart olduğunu belirtirken, son haftalarda taraftar toplamaya başlayan ,"ekonomide daralma başladı, bu ortamda enflasyonla mücadele ikinci planda kalabilir" görüşüne de karşı çıkıyordu. Çelebi'ye göre küresel krizin etkilerinin sürdüğü ve 11 Avrupa Birliği ülkesinin tek paraya geçtiği bir ortamda Türkiye birinci önceliği ekonominin dengelerini korumaya vermek zorundaydı. Bu nedenle de 1999 yılında yüzde 3 gibi bizim için düşük sayılan bir büyüme hızına ve bununla uyumlu bir iç talep artışına razı olmak durumundaydık. İç pazardaki daralırken ihracatın önemi artacak ve Eximbank'a 200 trilyon liranın üzerinde kaynak sağlanarak ihracata destek verilecekti.

       Bizim özel sektörün son yıllardaki hızlı büyümenin itici gücu olduğu bir sır değil. Büyümeyi hedefleyen özel sektörün, enflasyonu düşürmek ya da istikrarı sağlamak için uygulanan daraltıcı politikalara tepki gösterdiği de biliniyor. Şimdi dış talebin yanısıra iç talebin de düşmeye başladığı bir ortamda talep daralmasını hisseden özel sektörün buna karşı sesini yükseltmesi anlaşılabilir bir tepki. Herkes kendi sorununun çözümlenmesi için bir ayrıcalık ya da destek istiyor hükümetten. Bu arada kur ayarlamalarının hızlandırılması gibi politika değişiklikleri talep eden kesimler de var. Hükümetin taleplerine ilgisiz kalması halinde üretimin düşeceğini, iflasların ve işçi çıkartmaların gündeme geleceğini iddia ediyor bu kimseler.
       Bu talepleri öne sürenler kendi açılarından haklı görünebilirler ama küresel krizin sürdüğü, dış borçlanma olanaklarının ciddi biçimde kısıtlandığı ve iç borç servisi yükünün fevkalade ağırlaştığı bir dönemde hükümet hangi sektöre nasıl açıktan destek verebilir? Parasal genişlemenin ya da devalüasyonun hızlandırılacağının söylentisi bile portföy tercihlerini bir anda değiştirmez mi? İç ve dış dengeleri ancak yavaşlayan bir ekonomide tutturabileceğini hesaplayan bir hükümet, amacı bu hedefi delmek olan talepleri nasıl olumlu karşılayabilir?

       Sanırım uygulanmaya çalışılan programın "enflasyonla mücadele programı" olarak anılması bir kafa karışıklığına yol açıyor. Yıllardır yüksek enflasyonla yaşamaya alışmış olan özel kesim, enflasyonda sağlanacak bir miktar düşüş için talepte ciddi bir daralmaya katlanmak istemiyor. Oysa bugün gelinen noktada anlaşılması gereken nokta, Türkiye ekonomisinde dengelerin ancak daha düşük bir büyüme hızında korunabileceği gerçeği. Dış borçlanma cephesinde bazı olumlu sinyaller var ama daha bir süre bu cephede belirgin bir rahatlama beklemek olanaksız. Özel sektörün dış borçlanma olanaklarının da hızla genişlemesi olanaksız görünüyor. Dış kaynak girişinin sınırlı kaldığı bir ortamda iç talebi ve ekonomik büyümeyi yüksek tutmaya çalışmanın kısa sürede iç ve dış dengeleri bozması olası. Bu yola girildiği taktirde IMF ile uzlaşmanın bozulması ve Türkiye'nin "küresel krizden etkilenmeye aday" ülkeler sıralamasında derhal yukarı tırmanması da beklenebilir. Büyüme hızını yüksek tutmak için zaten duyarlı olan dengeleri bozmaya göze alan bir hükümet kur depremiyle başlayacak bir krizi kapısında bulabilir.

       Demek ki şu ortamda asıl önemli olan şey enflasyonun düşürülmesi değil dengelerin iyi kötü korunması. Dengeleri korumak için ekonomide bir miktar daralmayı göze alamazsak karşılaşabileceğimiz kriz bizi 1994'deki gibi bir şok küçülmeye zorlayabilir. Eldeki veriler 1999 yılının ilk çeyreğinde ekonomimizin sıfır ya da eksi büyüme yaşayabileceğini gösteriyor. Bu olguyu yaşarken paniğe kapılmadan zararı en azda tutmaya çalışmak gerekiyor. Daralma döneminin kısa sürmesi bu dönemde ekonominin akılhcı yönetilmesine bağlı görünüyor.


       Ünlü Davos toplantılarını düzenleyen ve Dünya Rekabet Raporu'nu hazırlayan World Economic Forum(Dünya Ekonomik Forumu) tarafından düzenlenen Türkiye forumu bugün İstanbul Çırağan otelinde başlıyor. Cumhurbaşkanı Demirel ve Başbakan Yılmaz'ın yanısıra siyasi liderlerle 20 ülkeden uzman ve yetkililerin katılacağı kapalı oturumlarda Türkiye'nin reform çabaları masaya yatırılacak ve küresel rekabete nasıl hazırlanması gerektiği tartışılacak.
       Türk firmalarının uluslararası rekabet şansının ve Türkiye'deki yeni lider adaylarının da ele alınacağı forumun eşbaşkanlığını ABB firmasının dünyaca ünlü başkanı Percy Barnevik ile WEF Başkanı Klaus Schwab ve Prof. Victor Halberstadt yapacak.